30 Aralık 2008 Salı

İstanbul'dan Taksim Gelmiş, Ege'de Bir Bayram Havası


- Hafta sonu için Taksim ziyarete geldi, çok da iyi etti. Kısa sürede iyi vakit geçirdik. Kumrulu, rakılı, 3 porsiyonluk görünen ama tek porsiyon olan lahmacunlu, klostrofobili ve merhabalı:)
Yaşadığım şehri çok seviyorum ancak mevcut ilişkilerim kısır döngüde. Bundan sıyrılmak uğruna verdiğim mücadelede yalnız kalıyorum. Bu yüzden şehir dışından ziyarete gelen arkadaşların getirdiği moralin derecesi oldukça yüksek.

İyi ki geldin güzel kardeşim, bir daha ki sefere daha uzun süreli olur umarım. Ayrıca İzmir'e gelişini muhakkak bir sebep vardır gözüyle bakanları kınıyorum:)

- Bizim insanımızda ciddi bir poşet hastalığı var. Girdiği her dükkandan, alışveriş yaptığı her mekandan poşet alma hastalığı. Evlere baskın düzenlense, en çok çıkan nesnelerden biri olur. Gerekli-gereksiz poşet alıyoruz her yerden. Bakkalın üst katında oturan adam aldığı şekeri poşete koydurup, dönüyor misal. ( Toz şeker nereye konur geyiği yapmayalım lütfen:))

- Tvlerdeki abuk reklamlar malum. Hani alet tanıtımları, yok saç çıkarıcı krem falan. Hepsini bir nebze anlıyorum eyvallah ki anlamıyorum, cümleyi bağlayım diye dedim. Yeni gördüm bir reklam var. Neymiş topuktaki ölü derileri sorunsuz alıyormuş. Sorunsuz alsın da görmek zorunda mıyım ben? Koymuşlar ablaları, abileri, amcaları, teyzeleri. Topukları traş ediyorlar. Yahu bir de genç modeller var. Lan toynak olmuş sizin ayaklar, güzel olsan kaç yazar. Ha bir de diyor ki reklamda, ölü deriyi haznesinde saklar. Sonra onu gözümüze sokuyorlar. Hindistan cevizine benziyor. Artık onu da pasta üstünde görünce öğğk diyecez.

- Foto cumartesi Kordon, cep telefonu ile çekildi. Bu da ayıp bir şey. Millet kalksın makinelere tonla para bayılsın, sen kalk böyle yalandan çek. Olsun en azından biz çekiyoruz, birileri gibi makineyi ödünç verdim demiyoruz:)

29 Aralık 2008 Pazartesi

gece gece



ya da sabahın körü

insanın uykusu kaçar da, bu saate kadar da mı olur yahu ?
insanlar güne başladı, ben hala uyumaya çalışıyorum.
7 saat sonra işe gideceğim. şirkette uyurgezer gibi gezeceğim yine.
geçen hafta hayatımda ilk defa uyku ilacı içmeyi denedim.
aman abi o da kalsın !
nuri alçonun gazoza kattığı ilaçların etkisini artık çok daha iyi biliyorum.
masanın kenarında uykusuz dergisi duruyor, var mı benden uykusuzu !

dershane zamanında bayan bir arkadaşın, tüm sınıfın karnına ağrılar girene kadar gülmesini sağlayan esprisi ile yazıyı bitireyim.

felsefe hocası haftanın ve günün ilk dersine girer. hocada olmak üzere bütün sınıf uykulu gözlerle sınıfta yerini almıştır. hoca şaka ile dersi başlatmak amacıyla sorar
- sabah sabah felsefe dersimi olur ?
bayan arkadaşımız bu soruyu beklermiş gibi, tez vakit cevabı yetiştirmeye çalışan öğrenci gibi atılır.
-sabah sabah seda sayan oluyor da felsefe neden olmasın hocam.

şu an itibariyle okuyan hiçkimseye komik gelmeyebilir, ama ben şimdi yazarken bile gülüyorum.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Engelsiz Basketbol Takımım !




Türkiye'de 3 milyon engelli vatandaşın gurur ve moral kaynağı olduğunu savunan takımın neden kadrosunda 3 yabancı oyuncu vardır merak ediyorum ?
Ne samiyende alkışladım ne geçen sene şampiyon olduklarında ne de bugün galip geldiklerinde .
Futbola endüstri nanesinin bulaşmasının tarihçesini bilmiyorum ama Türkiye'de engelli basketbol ligine bu virüsü aşılama niyeti olan sarı kırmızılı kulüptür.

Neden var Engelli Basketbol Ligi ?
Türkiye'de ki Engelli vatandaşlara spor yapma ve hayata bağlanma olanağı sağlaması için ...
Bizim için böyle, benim için böyle.
Takımımda yabancı oyuncu yok ve olmasından çok büyük rahatsızlık duyardım.
Ki bu endişemi birebir takımımızın genel menajeri Erdem hoca'ya ilettim.
Varsın Gs bizi yensin yabancı oyuncularıyla, resmi sitelerinde küçük bir haber, amatör branşlara gelen taraftarlarına avuntu olsun.
Kendi takımımın yenilmesi umurumda değil, eşit şartlarda olsa alkışlardım bile rakip takımı.

O takımın yedek oyuncularını düşünüyorum. Kenarda bekliyor, son 5 dakika belki oyuna girecekte o heyecanı yaşayacak.
Kim o bizim o vatandaşımız. O 3 milyon içinde ki engelli biri.
Ama takımda oynamasına imkan yok. Çünkü siyahi oyuncuya para verilmiş , abd den getirilmiş.
O maç kazandırır, bizim engelli müzmin yedek.

Alkışlar Gs'ye. Aferin Bjk'yi yendiniz. Bir halt oldunuz, göğe varmıştır biryerleriniz.

Ligde Gs'ye yenildik,hakem hataları olsa bile bu kadar sinirlendirmedi beni.
O futbol denilen oyunun içine herşey yeterince karışmış zaten.
Ama şu oyunun içinde ki mücadeleye, emeğe üzülüyorum.

Bu ligde üç büyüklerden ilk biz vardık. Sonra Gs geldi lig karıştı.
Yabancı oyuncularının sözleşmeleri sona erecek diye geçen sezon maçlar arka arkaya oynandı.
Yani fikstür değişti. Akabinde şampiyonda oldular.
Burayada bulaştırdınız ya şu endüsti ile harmanlanmış rekabeti.
Helal olsun.

Maç sonu oyuncumuz Kaan'ı uzun uzun tebrik ettim.
''Eşit şartlarda bir maç olsaydı her türlü yenerdik, takmayın kafanıza, yine kartallar gibiydiniz ''


herşeye rağmen tebrikler Engelsiz Kartallarımıza

25 Aralık 2008 Perşembe

Lili

şimdiye kadar ege ve ben bu filmi yazmayı nasıl unutmuşuz bilmiyorum.
soundtrak direkt olarak filmin içine gömülü, birebir anlamını taşıyor.
ustaca kurgulanmış, sürükleyici bir fransız filmi.
izleyiniz, seveceksiniz ...
Filmin orjinal ismi
''Je vais bien, ne t'en fais pas''
ingilizceye çevrilmiş hali don't worry ı'm fine
türkçeye çevrildimi bilmiyorum.

internetten temin ettiğim kadarıyla şarkı sözlerinin çevirisi ;

lili
şu sahte yaşamından sıyrıl bir daha..
ne olursun, bırak tüm alışkanlıklarını...
göreceksin, yaşanıyor ihtiyaç olmadan yardıma...
pek çoğu var öğreneceğin dahası...

ileriye atacağın her adımda...
karşına çıkacak her sorunda...
ben olacağım senin yanında
ortasından geçeceğin her sokakta...
evvelinde bulunmadığın mekânlarda...
ben olacağım senin yanında...

lili...
biliyorsun bizim gibiler için bir yer var hâlâ...
her damarda dolanır aynı kandan...
seni melek yapanın kanatlar olmadığını anlarsın...
tek yapacağın çıkarmak kötülükleri aklından...

ileriye atacağın her adımda...
karşına çıkacak her sorunda...
ben olacağım senin yanında...
ortasından geçeceğin her sokakta...
evvelinde bulunmadığın mekânlarda...
ben olacağım senin yanında...

lili...
bir busedeki göz açıp kapanmada bulacağız cevabı...
it tüm korkularını gölgelerin derinlerine...
benzeme sakın renksiz bir hayalete...
çünkü hayatın en güzel resmi senin içinde...




24 Aralık 2008 Çarşamba

bu büyük taraftara ...




bir anne 2 tane çocuğuyla gelmiş maça. en fazla 9 yaşlarında bir erkek bir kız çocuğu.
siyah beyazlar içinde. sahadaki formadan daha kutsal geliyor o çocukların üzerinde ki siyah beyaz atkılar bereler. gözlerindeki umut. sahadaki futbolculardan daha çok emek sarfediyor anne, çocuklarını o kalabalıkta kontrol etmek için.

hani ezberlediğimiz bir replik var ya.
''Herkesin inandığı bir şey vardır bu mına kodumunun hayatında. Benimkisi de sensin.
...yolu yok çekeceksin, isyan etmenin faydası yok. Kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.''
zeki demirkubuzla beraber seviniyorsun maçta atılan beraberlik golüne.
sonra maç çıkışı görüyorsun başını eğmiş usul usul yürüyor.
diğer yüzlerce taraftar gibi.

eskiden olsa ...diye söze başlıyor bir abi. bu taraftar tezahuratlarla inlete inlete yürürdü beşiktaşa. ama dokunsan ağlayacak yüzlerce insanla, isyan eder gibi yağan bir yağmurun altında yürüyorsun.

beşiktaş'a vardık çay bahçesinde oturduk arkadaşlarla. o kadar üzgün ve yorgunlarki konuşmaya dermanları yok.
can ciğer arkadaşlarım ama söyleyecek birşey bulamıyorum.
gidiyorum diyebiliyorum sadece.

maç çıkışı hiç durmadan şirketin arabasıyla antalya belek'e hareket.
gece 11 de hareket edip sabah 10 gibi otele vardık.
akşama doğru rüştü geldi dediler.
arkadaşlarım tekilanın da etkisiyle odasına kadar gitmeyi düşünüyorlardı.
olmaz dedim. onunda canı sıkkındır. hem ailesiyle gelmiş yakışmaz bize böyle bir hareket.
sonra denk geldik bir ara.
-nasılsın abi
- iyi güzel tatile geldik işte. eğleniyoruz.
biz çok eğlenemiyoruz abi diyerek daha fazla konuşmadan bileti gösterdim.
gülerek baktı sonra şaşırdı. bir kaç klişe söyledi. kırmızı kart motivasyonumuzu bozuyor. 2. yarı daha uzun bir maraton var toparlayacağız daha iyi olacağız.
hiç bir mahçubiyet yok sözlerinde ve hiçbir umut.


otel barında barmenin anlattığı diğer beşiktaşlı futbolcular.
kavga çıkartmalar, evli insanlara sarkmalar.
ismi çok önemli mi ? değil bence.
beşiktaş forması giymiş adamlar işte.
mesajı attım ege ye en büyük taraftar futbolcular sahtekar diye.

uzun uzadıya yazasım vardı.
ancak istanbula dönünce maçtan yeni çıkmış gibi bir havaya büründüm.
neyse sıkmayın canınızı ?

lig uzun maraton , takım 2. yarı toparlar.

ya da

yolu yok çekeceğiz, isyan etmenin faydası yok. kaderimiz böyle.
yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.

23 Aralık 2008 Salı

...


-2 günden beri her dakika, geceden kalma şekilde baş ağrısı ile, sinirden ağrıyan mide sıkıntısı ile geçer mi? Beşiktaşlı isen geçer...

- Bütün bu sıkıntı, derbeder ve hüzün anında bundan nemalanmaya, dalga geçmeye çalışan gerizekalılar ortaya çıkar mı? Çıkar, hem de büyük bir aşkla!

- Kitap, aynı zamanda işimin bir parçası. Dini kitap satmıyoruz diye tavır koyan gerizekalı, çocuklara biyoloji dersinde sadece bitkilerin fotosentez yapmadığını kanıtlamak için anlatılabilir.

- Marmara, iş yüzünden Belek'te. Rüştü ile aynı otelde kalıyor paşa hazretleri. Konuşma fırsatı bulmuş. Bununla ilgili yazacaktır zaten. Ama özetle " En büyük taraftar, futbolcular sahtekar " dedi.

- Beşiktaş'ı çocukken gönlünde yaşamayan adamdan bir bok olmaz.

- Beşiktaş Sen Bizim Allahımızsın!

20 Aralık 2008 Cumartesi

Siyah-Beyaz / Ölüm-Yaşam


-Salı gecesi geçirdiğim ani rahatsızlık sonucu tüm hafta sıkıntılı, acı dolu, keyifsiz geçti.Bütün hafta işe gidemedim. Normal şartlarda bunun tadını çıkaracak kapasitede olan ben, daha çok yatağımla eküri şeklindeydim. Ev halkı tarafından agresif tutumlar sergilediğim söylense de, ben uyurken ışığın açılmasından ve kapının açık bırakılmasından hoşnut olmuyorum.

-Bu artist hazretleri Marmara yazmış, etmiş. Yok bilet kuyruğu vs. Mesaj veriyor bize, hani bak ben maça gidiyorum diye. Olabilir arkadaş, biz de yarın tekerlekli sandalye maçında olacağız. Arma nerde, biz orada işte. Akşamına da siz maçı almadan gelmeyin:)

-Yeni çıkan atkı için heveslendim, fotoğraflarda görüntüsü gayet iyi. Yakından görenler tam tersi olduğunu söylüyor. Taksim'le hayalini çok kurmuştuk bu model atkının. Kötü de olsa alacağım bir tane.

-Kötü geçen haftanın izleri devam ediyor, yazamıyorum.

-Fotodaki poster Taksim kardeşimden geldi yeni, tarih aldatmasın makinenin ayarı bozuk.Oy Beşiktaş, oyy...

19 Aralık 2008 Cuma

derbişey

gece 5'de bilet kuyruğuna girerek saat 11:40 gibi nihai hedefime ulaştım.
haberlerde de yazıldığı gibi biletler 40 dakika da tükendi.
evet son bilet alan kişilerden biriyim. hemen ardımdan gişe kapandı.

kuyrukta artık klişe haline gelen muhabbetler ;

- futbolcular bizim bu çektiğimiz çileyi görsede adam gibi oynasa.
( onlar uyuyor o saatte)
- sayın zat başkan kişisi taraftarını hiç düşünmüyor.
( kulübü çok düşündüğünden taraftarı düşünmeye vakit kalmıyor)
- bir daha bu kuyruğa girmem ben aga
( fb maçı kuyruğunda da aynı cümleyi kuran arkadaşlar)
- polis bizi sıraya soksana.
( biz düzen nedir bilmeyiz siz adam gibi sıraya koyun)
-gece 5'de geldim kardeş.
( bütün herkes gece 5'de gelmiş ama o saatte 20 kişi vardı orada)




yine bütün hafta bilet telaşından maçı pek konuşamadım arkadaşlarla.
en kötü ihtimal beraberlik alırız gibime geliyor.

önliberoda kim oynar ?
çift önlibero oynamalı, toraman ve cisse ile.
delgado ?
bir kerede isminin ilk 3 harfini kale ağlarına uygula.
holosko mu bobo mu ?
bir sana bir sana, 45'er dakika oynasınlar kardeş kardeş.

16 Aralık 2008 Salı

Kısa Kısa


- Bünyeye aşırı film yüklediğimizden arızaya bağladık. Bu ara neredeyse hiç film izlemiyorum. Haftada 2-3 taneyi aşmaz yani. Dönem dönem filmlerden uzak kalırım böyle. Beyin bir refresh etsin kendini. Gece 4. film sırasında uyuklama ile ayık kalma arasında ilk filmdeki karakteri 4. filmde arayıp bulamayınca o adam ne oldu, öldümü acaba, nasıl film bu ya gibi telaşlarım bile olmuştur. Öğrencilik yıllarımda ise topluca izlenen günün 8. filminde vcd fanının artık dayanamayıp pofladığıda olmuştur. Vcd yi dinlendirmek gerekiyordu, beynide öyle ...

- Bu hafta yine derbi telaşı. Biletler ne zaman çıkacak, nerde çıkacak. Sabahtan kuyruğa girelim, olmaz geceden girelim. 12 saatlik Antalya deplasmanı daha rahat geçiyor, samiyene,saraçoğluna gitmek çile.

- Metrobüs yolu inşaatı denilen şey trafiği rahatlatmak için yapılıyormuş. Ama o inşaatın 2 aydır yarattığı trafik sayesinde metrobüs daha gelmeden güzelce bir anılıyor !


-yunanistan'da isyan durmuyor. medyamız yine görmezden geliyor. iyi ki internet var da öğreniyoruz. bu arada vatan gazetesi haftasonu bir konuya değinmiş. kim bu anarşistler ? türkiye de varlar mı ? ne düşünürler felan. 1000 tane anarşist varmış. fabrika çıkışı seri üretim mi lan bu, nasıl öğrenmişler sayısını.

- Psp denilen gavur icadından edindim. Boş vakit öldürgeci olsun dedik ama psp ye ayrı vakit ayırmaya başladık. teknoloji tehlikeli şey kardeşim, bir şekilde seni içine çekiyor.
into the wild filmi geliyor aklıma ister istemez.

- nadide Beşiktaş atkı koleksiyonumun en değerli atkısını hala boynuma sarabilmiş değilim.
ege duy bu sesi, atkı sözünü tut, mesut et beni.


-istanbul'da bir kaç gündür gün kızıl ağarıyor. sabah çayı eşliğinde seyretmek, istanbul'u sevme nedenlerinden biri olarak yerini alıyor.

- uzun yıllar sonra moda sahilinde içelim dedik. moda mutasyona uğramış lan dedim sohbetin bir kısmında, biz uğramadık mı sanki dedi arkadaş.

-blogu sürekli kurcalayasım var. sürekli birşeyler ekleyesim geliyor.
ege genelde ya sessiz kalıyor ya hoş olmuş diyor. sürekli takip eden okuyucumuz varmı bilmiyorum ama onlar ne düşünüyor merak ediyorum ?
( stalker ve taksimden gelsin yorumlar :D )

- ağzıma fena bulaştı Lan kelimesi. olsun seviyorum.

14 Aralık 2008 Pazar

Children Of Heaven - Bacheha- Ye aseman


İranlı yönetmen Majid Majidi'nin filmi. Bir çift ayakkabıyı ortaklaşa kullanmak zorunda kalan iki kardeşin öyküsünü anlatıyor film. Sıradan bir öykü olmadığını filmin başında anlıyorsunuz hemen. Kardeşlerin duruma isyan etmeyen tavırları, bir sırrı sonsuza kadar saklayabilme gücüne sahip olmaları insanın utanmasına yol açıyor, kendi gündelik hayatını düşününce. Çünkü film de İran'ın gündelik yaşamına dair izler de bulabilmek mümkün.

Ali rolündeki ufaklık çok başarılı. Öyle ki, ağlarken çenesinin titrediği her sahnede sizin de çeneniz titriyor. Katıldığı maratonda üçüncüye spor ayakkabı verilecekken, yarışı birinci bitirdi diye üzüntüsünden ağladığı sahnede kucaklayıp teselli etmek istiyorsunuz.

Elektronik oyuncaklarla büyüyen nesile tanıklık ettikçe, hediye edilen bir uçlu kalem sonrasında mutluluğa bürünen Zehra'nın yüz ifadesi her şeye bedel.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Tavan Arası


Fantastik filmlerde kapılardan,dolaplardan, eksantrik yerlerden geçilerek başka dünyalara ya da boyutlara ulaşılır. olsa da bizde geçsek keşke deriz.
sanırım çok kasıtlı olmasada bunu başardım. bayram sebebiyle sadece dede-anneane ikilisini ziyaret ettim. çıkmak üzereyken tavan arasına bir bakmak geldi aklıma.

evin bütün dekarasyonu yıllar içinde yavaş yavaş değişmiş, sokağa yeni insanlar taşınmış, arka sokak olarak tabir edilecek bir yerin bile olmadığı, 3 tarafı alışveriş merkezleri, gökdelenlerle, otellerle ve sitelerle çevirili bir yerde;
değişmeyen tek şey tavan arasıydı. aynı karanlığıyla, aynı cam ve çerçevesiyle ...
koca koca binalar sağolsun, ışık eskisine göre daha az sızabiliyordu pencereden içeri.
tavan arasına girdiğim andan itibaren 6. yaşıma geçiş yaptım. bir fotoğraf karesinden ya da hepbareberce anlatılan bir anıdan farklıydı tavan arasının yaşattıkları.
oyuncağımı bulmuş kadar sevinmedim ama kuzenimin oyuncaklarının da burada yer bulması sevindirdi beni.
çocukluğumda önceleri korktuğum daha sonra ayağımın alıştığı, içinde sadece benim değil anneminde çocukluğunu barındıran bir mekan.
aynı kokusuyla, aynı karanlığıyla.
misketlerimi ve bayram harçlıklarımı sakladığım, dedemi çalışırken izleyerek hayranlık duyduğum yer.
aynı sessizliğiyle.
ağır ağır indim merdivenlerden, çocukluğumu bırakarak orada.
işe otobüsle giderken bir ara trafik sıkıştı. çocuklar bayramlıklarını giymiş geziniyorlardı.
içlerinden bir tanesi bir evin ziline basıp kaçtı, arkasından da gülerek diğerleri.

11 Aralık 2008 Perşembe

ALEXANDROS GRIGOROPOULOS





aşkolsun sana çocuk

ve selam olsun
gidenlerinin arkasından sessiz kalmış ülkeden,
isyanlarını bütün dünyaya duyuran
çocuklarını seven insanların ülkesine ...

9 Aralık 2008 Salı

AdanaDemirsporlu



ya da Şimşek

adanademirsporlu olupta beşiktaşa sempati duyan olduğu kadar beşiktaşlı olupta adanademirspora sempati duyanda vardır.
ben de mümkün olduğunca takip etmeye çalışırım, özellikle de ankara tayfası bu konuda resmi sitelerinden bile ileri düzeyde bana göre.
hatta birçok taraftar sitesinden bile daha iyi seviyede olduğunu söylemek isterim.

geçen sene cezalı olduğumuz için adanada bursa ile oynadığımız maça gitmek istememe rağmen işlerim dolayısıyla fırsat yaratamamıştım.
ama biliyordum ki dostane tavırlar segilenecekti, şehirlerine gelen misafir takım karşılanacaktı, tribünde adsliler olacaktı.
ve umduğumuz gibi de oldu, hatta güzel bir jest olarak rafet sahaya inip 3'lü çekti.

fener maçının olduğu gün bir arkadaşımın ads li arkadaşı gelecekti adanadan. eğer bilet bulabilseydik, onada alacaktık.
bilet bulamadık ama beraber semtte maçı izlemeye karar verdik.



tribün kültürünü bu kadar güzel almış adam bulmak zordur. takımını ağzına alırken bile yaşadığı heyecan bizimkisinden farksız.
ve bununla birlikte yaşadıkları birçok sorun. bizim burada şikayetçi olduğumuz konulardan onlarda kendi liglerinde rahatsız.
nerdeyse bütün tribün gruplarını yakından biliyor ve birçok deplasman yapıp, birçok maçada konuk taraftar olarak katılmış.
70 otobüs ve rekor olarak 200 otobüs civarı deplasmana gittiklerini anlattıklarında bir an şaşırdım ama verdikleri güven ile kesin gerçek olduğunu düşündüm.
sadece mersin ve adanaspor hakkında konuşurken araya birkaç argo kelime serpiştirdi.
ankara tayfasından öğrendiğim üzere kritik soruyu sormadım, adanademirsporlu olmasan beşiktaşı tutarmısın diye.
gerçi bir ara sempatim vardır diye kendi söyledi . bir de göztepe yi ekledi.
bende ads ye olan sempatimi anlatıp, başka takım yokmuş gibi ads yi 10-0 yenmemizi üzücü bulduğumu söyledim.
ve yeni nesilden ya da o zaman ki tribüncülerden sırf bu yüzden beşiktaştan nefret edenlerin olabileceğini söyledim ve ekledim
ben hala liverpool ü seviyorum ama yarasıyla birlikte.
konuşmanın bu bölümünde hiçbirşey söylemedi.
tribünlerinde grup olarak bir tek şimşekler in olmasıda enteresan geldi. biz de sadece şimşekler vardır abi başka gruba gerek yok dedi.

maç başlamadan önce birer dürüm yiyelim dedik, kebap ustasına sordum ne var usta diye. adana ve urfa dedi. urfa ne abi dedi. köfte felan mı ?
önce şaşırdım ama sonra anladım ki onlar sadece kebap derlermiş ve zaten acılı olurmuş, adana da bir adana ver demeleri saçma olurdu zaten.

yemekten sonra maç izlemek için yerimize koyulduk.
kesin yenersiniz abi diyordu sürekli.
maç genelinde fazla konuşmadı, posizyonlarda fazla heyecanlanmadı. dakikalar ilerleyip stresimiz arttıkça o da biraz sinirlenmeye başladı.
ve son dakikada ki ofsayt olan golümüzde bizle birlikte sevindi, ofsayt olduğunu duyunca sessizce yerine oturdu.


maç sonrası ki üzüntümüze ortak oldu, biz de çok yaşıyoruz abi, anlıyoruz sizi diyebildi.
üzülmemizden mahçup olmuştu sanki.
hep çileyi taraftar çeker zaten, üzülen hep taraftardır diyerek kader ortağı olduğumuzu gösterdi.

ayrılırken beklerim abi adana'ya muhakkak dedi. umarım diyebildim sadece. belki bir ceza maçında ...
sizin gibi taraftarı olan takımları süper ligde görmek isteriz dedim.hatta sizin gibi bir takımla şampiyonluk mücadelesi yapmak.

uzun zamandır başka bir tribünden olupta bu kadar iyi anlaşabildiğim bir adamı hatırlamıyorum.
bırakın başka tribünleri kendi tribünlerimizde ki insanlarla bir çok konuda anlaşamıyoruz.
ağızdan çıkan kelimeler hep tereddütsüz, kızgınlığıda, üzüntüsüde, umutlarıda.
sevinmek için sevmedik demesine gerek yok yaşadıklarıyla canlı örneği.

blogları takip ediyormuş.
söylememiştim ama eğer bu yazıyı okursan buradan bir selam gönderirsin.



röportaj kıvamında bir yazı oldu sanki.

Piano Only Love - Piano Instrumental


Birkaç gündür düzenli olarak dinliyorum. 2 albüm, enstrümantal parçalar, sadece piyano kullanılmış. Genel olarak keyifsiz geçen şu günlerde dinlendirdiği kesin.





http://rapidshare.com/files/171551988/VA-Piano_Only_Love-2007-CEC.rar

http://rapidshare.com/files/171535612/VA-Piano_Instrumental_Vol_1-2007-CEC.rar

istek kipi (-se)

arjantin'e hoca oldu ya maradona, sarı fırtına geldi hemen aklıma.
herkes hemfikirdi galiba sadece maradonanın gelmediğine arjantinin başına, zulasında bir ruh taşıyordu. ismi simge, yüzü bayrak, 10 numara forması afiş olmuş biri.


bir arkadaşıma bakıp çıkacağım der gibi beşiktaşa gelip giden futbolcular var.
koltuk sevdalısı bir başkan, başarısızlık abidesi, tek seveni olmayan.
yenilgiyi sindirebilirdi bu taraftar ama eriyip giden beşiktaş'a sessiz kalamazdı.
ancak deniz tarafındaki kaleden dalgalanamıyordu yönetim istifa sözcükleri karşı tarafa.

taraftarın başkan seçme gibi lüksüde yoktur işin aslı, bakınca etrafa çetrefillice bir o isim geliyor şu anda akla; İbrahim Altınsay.
altınsay başkan beşiktaş şampiyon desek farkımız kalmaz diğerlerinden.
altınsay başkan beşiktaş yeniden beşiktaş derdimizi anlatır kısa yoldan.
bir de zulasında ruh taşıyan bir adam takımın başına ; Metin Tekin.

giriş,gelişme,sonuç düzeninden yoksun bir yazı. aksak cümleler, eksik kelimeler.
ruh halimin yansımasıdır.

Sen, Ben, O


Günün yoğunluğunda koşuştururken birden rastlanan manzara

5 Aralık 2008 / Konak Meydanı

8 Aralık 2008 Pazartesi

İyi Bayramlar


Bayram sabahı da olsa
Sensiz geçen günü neyleyim...

Herkese iyi bayramlar

6 Aralık 2008 Cumartesi

Beşiktaş'ı Geri Verin!


Teknik analizmiş, detaymış umrumda değil. Kaybola Beşiktaş var günden güne. Sahada Beşiktaş'ı umursamayan sadece kendilerini düşünen oyuncular var. Beşiktaş'ı en çok ben seviyorum edası ile davranan ama Beşiktaş'a en büyük zararı veren başkan var. Şampiyonluğu her ne kadar istesek de o da aslında umrumuzda değil. Siyah-Beyaz'ın altında Beşiktaş'lı adamlar görmek isteğimiz, mağlup olunsa bile sahayı terkeden oyuncuları gururla izlemek isteğimiz.

Beşiktaş böyle değildi, bana Beşiktaşımı geri verin!

4 Aralık 2008 Perşembe

istanbul

suadiye'den bir enstantane. balıkçı kayıkları ve deniz otobüsü.


bu sabah istanbul'da gündoğumu. cihangir'den


2 hafta öncesinde ki gökkuşağı. beşiktaş-kadıköy iskelesinden.


bildirgeç'te bir haber okudum. amatör fotoğrafçılar , fotoğraflarını birkaç internet sitesi aracılığıyla satışa çıkarıyormuş. yüzbinlerce fotoğraf arşivi birikmiş doğal olarak.
free download hizmetine sunuyorum bende çalışmalarımı. önce fotoya tıklayın, sonra açılan pencerede sağ klikleyip farklı kaydet diyerek bilgisayarınıza indirin.
tabi ki beğenirseniz. talebe göre ücretsiz foto hizmetlerimiz devam eder belki .

timecode


yine yoğun iş temposu... yaptığım iş aynen yukarıda ki timecodelarla ilgili. yani rakamlarla oldukça içli dışlıyım.

zamanın gozumun onunden hizli gecisini kare kare yasamanin verdigi sancidir gecenin bu saatinde yazmaya iten. ve anladim ki dakikalar uzerine bir kurulu yasam suruyorum. stadda, işte ve yolda geçen 90 dakikalarım ... bazen bitmesini istemedigim, bazen uzatmalarin 1 dakikasina hatta 1 kareye dayanamadigim.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Tez Zamanda


Bir süredir dönen bir haber vardı. Serdar Kurtuluş'un söylemiş olduğu bazı cümleler. Doğru mu, değil mi diye bilmediğim için yorum yapamıyordum. Bursa'da özel bir okulu ziyarete giden Serdar Kurtuluş'un kendisine sorulan "başka bir takıma giderseniz, nereye giderdiniz?" sorusuna şöyle yanıt verildiği iddia edilmişti.

"Futbolcu böyle birşey düşünemez çünkü profesyonel bir oyuncudur. Elbet herkesin gönlünde bir takım vardır. Ben her zaman oynadığım takıma elimden gelen desteğin en iyisini vermeye çalışıyorum. Ekmeğimi kazandığım takım için ter dökerim. Tabii ki gönlümde bir takım var, ama bunu söylemek istemiyorum."

Örnek olarak kimi alındığı sorulduğunda da:

"Emre Belözoğlu'nu çok seviyorum. Hem futbolu, hem kişilik olarak Emre Belözoğlu'nu kendime örnek alıyorum." diye yanıt vermiş.

Bu söyledikleri gerçekmiş Serdar'ın. İddiadan ibaret değilmiş yani, görüntülere da yansıdığı için böyle söylüyorum.

O yüzden tez zamanda örnek aldığı abisinin yanına gitmesi temennisiyle.

Le Koala


1 aya yakın bir süre her yerde oyuncak koala aradım. Oyuncakçılara gittim, internetten baktım. Bir türlü bulamadım. Üstelik garip dialoglar yaşadım, abim de bir yandan aradı, kendisine koala yerine ayı satmaya çalıştılar. Bizde var böyle bir özellik, müşterinin istediği şey yok ise hemen başka bir şeyi önerme.

-Abi koala yok, ama ayı vereyim??!!
(bu yanıtla senden iyi ayı mı olur )

Tam pes etmişken bir arkadaşım buldum dedi. Koala di mi, eminsin, ayı olmasın dedim. Güzel bir yanıt aldım kendisinden:) Neyse aldık koalayı, düştük İstanbul yoluna. Sahibine teslim ettik, yemini eksik etme, gurbette hayvan öğütleri vs.

Hayvana üçlü de çektirdik, arjantin bardakta bira da içirdik. Bunların hepsi neyse de, 2 gün sonra semtte, kazandibinde otururken, masanın üstünde katalog vardı. Bir internet sitesinin katalogu. İçinde koala var. Biz bulana kadar çatladık ya, şimdi zebil gibi koala olur her yer.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Deivson Rogério da Silva - Bobo


İlk geldiğinde büyük bir çoğunluk kim bu dedi? Ülkeye gelen vasat ve vasatın da altındaki Brezilyalı oyuncuların çokluğu düşünülürse soru işareti olması gayet doğaldı. Ama kimileri bu soru işaretini abarttı, izlemeden, hakkında bir şey bilmeden garip yorumlarda bulunmaktan çekinmedi. Bunlardan birisi de Kaptanımız Sanlı Sarıalioğlu'ydu. Beşiktaş taraftarı Bobo'nun gönderilmesi için Taksim'e yürüyüş düzenlemeli dedi. Ne garip...Bir zamanlar top oynamış birinin bu sözcükleri söylemesi.

Kimisi ismi ile dalga geçti, uzun bir süre Bobo'nun futbolculuğu hakkında konuşulmadı. O ise geldi, gollerini attı, gollerini atmakla kalmayıp kendini geliştirmeye devam etti. Ki bu bizlerin pek alışık olduğu bir şey değil. Bobo her geçen gün üstüne bir şeyler katmayı başardı. Brezilya Milli Takımı'na dahi çağırıldı. Evet Brezilyalılar dönem dönem bunu yapıyor, genç oyuncularını yakından gözlemlemek adına bu tarz fırsatlar yaratıyor. Ancak bu Bobo'nun izlendiğinin, farkında olunduğunun bir göstergesidir. Birçok yabancı oyuncunun ülkemizi tercih etmeme sebeplerinden biridir bu. Milli takımlarında oynama şanslarının azalması, Türkiye'ye geldikleri takdirde gözden uzak olmaları.

Bütün bu klasik tabirlerin dışında Bobo'yu yeniden 11'de görmek istiyorum. Ligin başından beri Beşiktaş'ın hücum hattının ne kadar iyi olduğu konuşuluyor. Ancak o sözde "iyi"nin meyvesini yemedik henüz. Vazgeçilmeyen adam Nobre oldu. Nobre'nin mücadelesini, hırsını asla küçümsemiyorum. Bu tamamen ayrı bir başlık konusudur. Fakat takımda Bobo gibi bir oyuncun varken, ısrarla yedek bırakılmasını da anlamıyorum.

Bir sürü teknik detay söylenebilir, nasıl bir oyuncu olduğu hakkında. Söz konusu Beşiktaş iken zaten yeterince duygusalım ve şu an Bobo konusunda da aynı duygusallığı yaşıyorum. Seviyorum ben bu adamı, Beşiktaş'lıyım diyip başka takımlara giden oyuncuları sık yaşamış bir taraftar olarak, gol attıktan sonra kimi zaman armayı öpmesini samimi buluyorum. Sahada iyi olmadığı zamanlarda yüzündeki mahcubiyeti görüyorum. Birçok golcü profilinin aksine bencil olmayışını takdir ediyorum. Ve şimdilerde yedek kulübesindeki hüzünlü adama üzülüyorum.

Endişeleniyorum ocak ayında ayrılır diye takımdan.

Eğer Bobo giderse, Carew'in gidişi gibi olur. Biz yine kafayı vuracak bir yerler ararız.

30 Kasım 2008 Pazar

Kara Kartal



isimler geçiyor gözümün önünden,üzerlerinde mübarek beşiktaş forması, artistik hareketleri- asistleri ya da golleri alt metin.
umut üretim merkezi olmuşlar taraftarın kalbinde,
gazetelerde ise parasını beğenmediği ya da alamadığı için oynamak istemiyor haberleri.
isimleri yazılı formalar, taraftarın üzerinde,
kendileri yok şimdi bıraktıkları başarı yok geçmişte.

isimler gelecek aklıma, beşiktaştan geçip gitmiş olan.
bir kere beşiktaşın içinden yürüyerek geçmiş olmayan.

gidecek bir zaman sonra elbet zan, serdar özkan,delgado ...
aklıma gelecek yıllar sonra delgado, golleri ve klas hareketleri ile hatırlayacağım.
bugünü hatırlamayacağım.
zan diyecek biri gökhan zan. omuzunun sürekli çıktığı ve vasat bir oyuncu olduğu gelecek.
serdar özkan diyecekler. ibrahim akın, burak yılmaz gelecek aklıma o ismi duyunca.
bugünü hatırlamayacağım.

giunti desem kimin aklına fb ile maçımızdaki serhat akın'ın attığı golde ki hatası gelir.
pascal desem kimin aklına ilk olarak, 2. gelişindeki ilk maçında 2 sarıdan vurdumduymazca gördüğü kırmızı kart gelir.
ya da kuntz dediğimde kim bu takımdan kaçtığını hatırlatarak söze başlar.
yasin sülün gelecek vadeden genç oyuncu değil miydi ?

en son kim bu takımın formasını paf takımdan ibaret giyip jubilesini yapana kadar çıkarmadı ?
ben hatırlamıyorum , varsa bilen yazsın lütfen.



sahi ya şimdi ki topçular bilirler mi acaba bir zamanların beşiktaşını.
mesela boş mukavaleye imza atmayı hangi çevirmen anlatabilir yabancı futbolculara
yerli futbolcuların kaçı biliyordur kör tuğrul'u, voleci şeref'i.
neden Kara Kartal olarak bilindiğimizi
namağlup şampiyon olmayı,
şerefli ikinciliği ...
biz beşiktaşı kitaplara sığdıramazken onlar kaç cümle ile anlatabilir;
güzel camia ile ilk cümleyi başlatırlar ,
taraftarı harika ile 2. yi,
3 .cümleyi söyleyebilecek kadar hangisi tanıyor beşiktaşı ?



Aşkımız renklere desek anlarlar mı acaba,
aşkımız bu renklere gönül vermiş olanların yarattığı geleneğe,
bu renklere gönül vermiş Beşiktaşlı futbolculara,
Beşiktaştaki futbolculara değil.

giden derbiler olsun, varsın şampiyonluk olsun.
maç kaybedilsin, avrupaya gidilmesin...
ama Kara Kartallar görelim sahada, çok özledik çünkü.
Biz Kara Kartalları Çok sevdik be Abi.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Sineklerin Tanrısı - Lord of the Flies


Kitabı çok önceleri okumuştum, sonra bir kez daha. Ve şimdilerde bir kez daha. Çok sevdiğim kitaplardan biridir Sineklerin Tanrısı. İki defa da filmi çevrilmiş. 1990 yılında çevirileni izledim, 1963 yapımı olanı ise henüz izlemedim. İlk film kitabın epey vasatı. Kitabın büyüsünün yanına yaklaşamaz. Kitap Nobel ödüllü ayrıca.

Okulda kütüphanedeki görevli ile tartışmıştım; sıradan, adaya düşen çocuklar hikayesi olarak değerlendirmişti kitabı. Kitap böyle bir eser olmadığı gibi gerçekçi ifadelerle donatılmış ve simgesel anlatım yolu ile de zenginleştirilmiştir.

Willam Golding'in kitabı, Ballantyne'in eseri Mercan Adası ile karşılaştırılmış çoğu kez. Kitapla ilgili araştırma yaparken çok defa çıkar bu isimler karşınıza. Ballantyne'in kitabında, batan gemiden kurtulan 3 İngiliz gencinin yaşama tutundukları adada "Britanya Uygarlığı" nın minik bir kopyasını meydana getirdikleri anlatılır. Britanya'ya övgüler, mükemmelikler vs vs..

Golding'de ise bu durum ile alay fazlasıyla mevcut. Yine İngiliz gençleri adada. Bu sefer atom savaşı yüzünden güvenli bir yere götürülmeye çalışılıyorlar. Fakat uçakları saldırıya uğruyor. Yaşları 6-12 arasında değişen gençler bir adada yaşam savaşı vermeye başlıyorlar. Zaman geçtikçe yaşananlar adanın güzelliği ile örtüşmüyor.

Zorbalık, düşünce özgürlüğü, faşizm, iktidar mücadelesi...Sineklerin Tanrısı'nın her sayfasında bolca var. Okumayı tercih edenler kesinlikle Mina Urgan çevirisini tercih etmelidir.

Eziyet Edenin !

C.tesi günkü Fb maçının biletlerinin ne zaman çıkacağı hala tam olarak belli değil. Her sene alışık olduğumuz üzere önce Güvenlik Kurulu toplantısı yapılır,ertesi günde biletler çıkar. Güvenlik Kurulu toplantısı bugün yapılması bekleniyordu, yarın olacakmış. Biletlerde bu durumda Cuma günü çıkacak gibi. Sadece 3-4 yerde satışa sunulacak olan biletleri almak için Beşiktaş taraftarı yine eziyet çekecek.

Ne gibi kararlar alınacak bu toplantıda ?
Beşiktaş taraftarının topluca yolculuğu olmayacak , Maça en geç 5-6 gibi girilmesi gerekecek. Meşale ve benzeri stada sokulması yasak olacak. Biletsiz seyirci alınmayacak.
Her sene alınan kararlardan farklı madde ortaya atılmayacak. Biz yine taksilerle maça gideceğiz. Vapurla Kadıköy'e geçen taraftarlar geri gönderilecek.

Fotoğrafı koyma sebebim, acaba vali deniz taksi ulaşımınıda taraftara kapatmayı düşünüyor mudur ? Uçakla taraftar geleceğini duyum aldığını söyleyen validen böyle bir karar çıkması durumunda kimse şaşırmaz.

Bu deplasmanlarda öğrendiğimiz en önemli kelime Münferit ! Diğer takım taraftarları bir şekilde topluca bizim maçlara gelebilirken, bizden münferit yolculuk yapmamız isteniyor. Aksini kimse iddia edemez galiba.

Her türlü eziyete ve çileye rağmen yine de GELİYORUZ !

25 Kasım 2008 Salı

Cautiva


İlk karesi futbolla başlayan bir film. 1978 Dünya Kupası Finalinde Arjantin kendi evinde finalde Hollandayı 3-1 yenerek kupayı kaldırır. Cuntacı Generallerden biride kupayı vermek için sahadadır. Cunta yönetimindeki Arjantin'de saha dışında yaşanan gelişmeler ise gizli kapaklı yürütülmektedir. Resmi olmayan rakamlar olsada 30.000'e yakın insan kaybolmuş, yüzlercede bebek ve çocuk...

Polis bir baba ve ev hanımı bir anneye sahip olan Cristiana , gerçek ailesinin bunlar olmadığını ilk öğrendiğinde asla kabullenmez. Anne ve babası aslında Cunta döneminde muhalif olduklarından tutuklanmış ve hapishanelerde tutulmuş kişilerdir. Film biyolojik aile- bakıcı aile tartışmasına doğru gidecek diye düşünürken, Cristiana - gerçek ailesinin verdiği isimle Sofia- cunta döneminden beri haber alınamayan ailesini araştırdıkça o döneme ait geniş bilgiler toplamaya başlar.

Gerçek bir hikayeden kurgulanmış filmde Türkiye geçmişi ile benzerlikler yok değil, ekşisözlük'te ki filmin yorumunda bahsedilmiş olduğu gibi, sadece futboldaki başarısızlığımız ayırt edici özellik olarak ortaya çıkabilir.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Üzerimden Eksilmesin ...



Rakiplerin kader birliği etmişçesine golsüz beraberlikleri iştah açıcı ön yemek gibiydi.
Bayrak organizasyonu ise ayrı bir merak konusuydu.
Her ne kadar yetersiz gözüksede, görsel açıdan gayet iyiydi bayraklar.
Takım sahada , taraftar tribünde üzerine düşeni azami ölçütlerde yaptı. Mükemmel değildi ama
kazanmayı öğrenmek adına güzel bir sonuçtu. Denizli ile değişen futbol mentalitesi keyif verici düzeye gelmek üzere.

-Form grafiği denen istatistiklere bakılırsa Delgado'yu Wanted ibaresi altında fotoğraflamak gerekir.

-Konuşan Tribün ( posizyon golmüş allah belanı versin, posizyon penaltıymış allah belanı versin .. ) , sanki evinde maç izleyen birinin tepkisini, 30 bin kişinin haykırması.


Üzerimden eksilmesin Bayrağımın gölgesi !



marmara

23 Kasım 2008 Pazar

İstiklal'de 15 Dakika




Akşam işten çıktığımda, yağmur ve fırtınadan nasibini almış bir istiklal caddesi vardı.
Ama yine de direnmeye çalışan, canlıyım her daim dercesine. Herkesin elinde bir şemsiye, şemsiye satıcılarının önünde kuyruklar...
Sağlam,kırılmaz diyor şemsiyeci malını tanıtırken, gülümsüyor yerde kırılmış onlarca şemsiye. Cadde boyu yerde ki kırık şemsiyeler ve ellerde fırtınaya dayanmaya çalışan şemsiyeleri izleyerek geçtim. İnsan sesleri ve yağmur sesi birbirine harmanlanmış. Caddenin sol tarafında ki bir mağaza da Hatırla Sevgili müzikleri, sağ tarafta Issız Adam müzikleri çalıyor.Yağmura rağmen hala birbirlerine sulu şaka yapmaya çalışan gençler, meraklı bakışlar arasında kayboluyor gözlerden. İleride bir kavga çıkmış, polis orada bitiyor hemen. Bir çocuk kaybolmuş, abisini arıyor. Salih abi salih abi diyerek yaşlı gözlerle isyan ediyor . Kalabalığın çoğu umursamıyor. Yağmur yağıyor, çocuk ıslanmaya aldırmıyor, abisini arıyor. Çocuğun çaresizliği, hatırla sevgili ve ıssız adam müzikleri, yağmur ve fırtına, polisler ve kavgacılar, seyyar satıcılar ... Çocuk abisini buldu sonunda, daha doğrusu abisi onu buldu. Sarıldılar bir filmin son sahnesi gibi. Her daim film gibi yaşayan İstiklal caddesinin akşam saatlerinden sadece 15 dakika ...

21 Kasım 2008 Cuma

Ortaya Alevli


-Sezonun ilk soğuk algınlığına yakalandım. Hapşurma isteği ile doluyum. Önümüzdeki haftaya kadar geçmesi gerekiyor. C vitamini takviyesi işe yaramazsa, büyük yalanmış bu vitamin C diyeceğim.

-Kafamda hep bloga bir şeyler yazmak var, sonra daha başka şeyler yüzünden hep erteliyorum.

-Metin'i izledim bugün Habertürk'de. O dönem ki Beşiktaş ile şu an ki arasında ne yazık ki çok fark var. Sadece başarı anlamında değil, her anlamda. Beşiktaş'tan bahsederken gözlerinin içi parlayan adamlar...

-Yeğenim ıslık çalmaya çalışıyor. Evin içinde sürekli aynı ses fiu, fiuuu..Başarısız girişimler, meyvesini alacağız ama muhakkak:) Arada bir tiz şekilde tutturuyor, sanki bir şeyler kazanmış, başarmış gibi mutlu olup, gülüyor, işte oldu diye. Bir süre önce de parmak şıklatmaya takmıştı.

-Mustafa Denizli, Bobo'yu 11'de çıkarsın Es-Es maçında. Haftalardır formsuz olan Holosko ile başlamasın lütfen. Bobo bu maç yapacak bir güzellik.

-Hastayım, yazamıyorum.

-Foto yine Nuri Bilge'den.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Omuz Omuza


Dün şehirin havası pek bilmediğimiz tattaydı. Ekşi, acı...Su içsen de geçmeyeceğini bildiğin şekilde. Bir tarafta sevdasının peşinden giden Özgür, bir tarafta direnmeye çalışan Anıl. Her ikisinin de güzel öyküleri vardı eminim. Ve her ikisi de annelerinin biricik oğluydu.

Ülkede taraftarlar potansiyel suçlu muamalesi görürken, bireysel silahlanmaya ses çıkaran yok. Ses çıkarılmadığı için kaybettik Özgür'ü. O yüzden Karşıyaka Çarşı'sı bugün çok mutsuz. O yüzden deplasman kovalayan herkes benzer tehdit altında. Suçlu, kötü insan diye lanse edilen taraftarlar gösterdi yine insanlığını. Her ne kadar farklı da olsa rengimiz, acılarda en büyük destekçi biziz denildi. Layıkıyla bir "Omuz Omuza" izlettirildi.



Dayan Koca Adam dedi arkadaşları, sesleri duyuldu, Dayan Koca Adam dedik. İlik haberi geldi, oh be dedik. Sıra sende Anıl diye bekledik. Anıl kardeşimiz dayanamadı. Cenazede annesi "Şimdi ben onun anıları mı ile yaşayacağım, bugünler için mi adını Anıl koydum" dedi. Bir şey diyemedik.

Kardeşlerimizin ruhu şad olsun. Aramızdan ayrılırken bile çok şey öğretip, yaşattılar bize.

Siyah

Bir deplasman hikayesi, aileden habersiz gidilen, takım sevdasının sadece futbolla ibaret olmadığını gösteren. Deplasman otobüsleri yanaştımı mola verilecek yerlere, gergin bakışlar karşılar genelde aşağıda. Bir sıcak çorba içmeye gelsende ya da sadece wc molası için bile olsa potansiyel holigansındır. Özgür'ce deplasman yapamazsın bu ülkede, sevmeye engel değildir mesafeler lakin katettiğin yollarda sevdasının peşinde olan biri değil çapulcusundur,hırsızsındır,işsiz güçsüzsündür. O yüzden tvlerde öncelikle olay sonrası harabeye uğramış benzinliği gösterirler, harabe olmuş aile ve taraftar yerine.
Rahat uyu Özgür...
Bu taraftar senin ölümsüz sevdanı anlıyor en azından.


Bir hayat hikayesi. Dayan Koca Adam sloganıyla hayatımıza giren kocaman bir dayanışma.
Uygun ilik bulundu cümlesinin ardından havadan kocaman solunan bir hava .
Umutları yeşertip, kocaman bir hava soluduktan sonra, alınan haberle nefessiz kalma ...
Olsun Denedin en azından, senin aracılığınla küs olanlar birarada olmayı denedi.
Yenilen yok ...
Rahat Uyu Anıl ...

18 Kasım 2008 Salı

Issız Adam


Gidilesi, izlenilesi bir film. Abartısız olarak mekanların hepsini tek tek bilmem filme bakış açımı biraz değiştiriyor belki de.
Daha sıcak geliyor. Filmi Atlas pasajında izlemedim ama orada izleyenlerin duyguları eminim daha farklı oluyordur.
Filmden çıkıyorsun, az önce Ada'nın olduğu yerdesin,
kapıya geliyorsun gözlerin Alper'i arıyor.
Enteresandır film Beyoğlu'nda geçmesine rağmen, beyoğlunun en önemli sinemalarından biri bu filmi orada ki sinemasında yayınlamıyor.
Bildiniz AFM. Afm davetiyem olduğu için en yakın yer olarak Teşvikiye'de izledik filmi.

Oyunculukların çoğunu beğendim. İngiliz Şenol ve Anne bile başrol oyuncusu kadar performans sergilemişler.
Başrolda ki bayan karakterimiz Ada, gördüğüm en doğal karakterlerden biri.
Erkek başrol oyuncumuz Alper ; hergün taksim'de selam verdiğim arkadaşlarımın ortak bir bedende ruh bulmuş hali.
Belki biraz da benden..

Çağan Irmak'ın montajda denediği yeni şeyler de genel itibariyle güzeldi.
Sahne altına önceki sahnenin sesleri döşenmesi Zeki Demirkubuz'un filmlerinde ara ara rastladığımız bir güzellik.
Issız Adam'da da bolca kullanılmış. Filmin kurgusuna oldukça yakışmış. Ama yer yer abartılmamış değil.
Diğer bir montaj tekniği ise cam cut. Uzun planların aralardan kareler yada dialoglar atılarak ard arda gelmesi.
Genel olarak komedi unsuru barındıran uzun planlarda yapılır. Ki Ada'nın dükkanında bunu Alper'in bir planında yapmış.
Ama finale yakın Ada'nın ayrılık sonrasındaki dialoglarına cam cut yapılarak filmin önemli sahnelerinden biri kanımca kuşa çevrilmiş.
Tabi ki filmin süresinin uzun olması böyle tasarruflarda bulunmayı gerektirebilir, ama bu sahnede olmamalıydı derim.
Amors planların geneli sync değildi. Yani ; omuz planlarda arkadan omuzunu gördüğümüz karakterin ağzı oynamamasına rağmen(bunuda yüzün hareketinden anlarız) dialoğu olması.
Seyirci anlamaz diye genelde geçiştirilir.

Finalde toplam süresi 10 saniyeyi geçmeyecek bip plan var ki, Eminim kare kare çalışmışlar o plan üzerinde.
Kısa bir plan olmasına rağmen ters orantılı olarak o kadar etkileyici. Fimden sonra aklımda en uzun süre kalan o plandı.

Müzik seçimleri gayet iyi. Arşivimi araklamış sandım bir ara. Eve döner dönmez aynı parçaları tek tek dinledim.


Mekan notlarına ise değinmeden geçemeyeceğim.
Gömlek değiştirmek için Roll mağazasına giriyor, biz başka bir pasaj görüyoruz. Tekrar Roll'dan çıkıyor.
45'lik normalde bir metal bardır. Ama mekan orası değil.
Sahafçıdan çıktıkları pasaj Turistik pasaj, tek bir tane bile sahaf dükkanı yoktur.
Fransız sokağının etrafında o kadar dolaşmalarına rağmen içine bir girmediler.
Aynı şekilde Tünel ve istiklal'de o kadar plan varken güzel bir tramvay planı göremedik.
Tünel'e gitmek için Cihangir'den İstiklal'e çıkmaya gerek yoktur, Firuzağa ve Çukurcuma'dan geçilebilir.
Arabayla anneyi karşılamak için Harem otogarına gidişlerindeki istikamet doğru ama Anne'nin Mersin'e dönüşünde yolcu ettikten sonra kullandıkları istikamet yine aynı.
Harem'den dönüyorlar ama yine Harem'e gidiyorlar.Büyük ihtimalle tek günde tek istikamette çekmişler sahneyi.

Bu saydıklarımı kesinlikle filmi kötülemek için söylemiyorum. Baştada belirttiğim gibi gidilesi bir film.
Keşke filmi Atlas pasajında izleseydim de. Çıkışta, Alper gibi bir yukarı bir aşağı yürüseydim.

Tarçınlı, havuçlu kek tarifi verebilecek biri var mı ?
Nil burak dinleyip kek yemek istiyorum da ...




marmara

16 Kasım 2008 Pazar

Ben X


Daha önceleri 2 defa izlemek için yeltenmiş ama sonunu getirememiştim. Ferdinand, blogunda yer verince izleyeyim artık dedim.

Belçika yapımı filmin yönetmenliğini Nic Balthazar yapmış. Filmin baş karakteri Ben, archlord isimli online oyunda oldukça güçlü bir karakterdir. Gerçek yaşamda ise bu güçlü karakterin tam zıttı bir profil sergiler. Asperger sendromuna sahip bir otistiktir Ben. Yaşamı onun için zorlaştıran bu unsurun yanı sıra, bir de etrafında merhamet duygsundan yoksun karakterlerin bulunması onun işini daha da zorlaştırır.

O'nu mutlu eden nadir şeylerden biri oyundaki Scarlite'dir. Ve O'nunla gerçek hayatta karşılaşma fikri bile heyecan vericidir.

Sürekli dalga geçilen olan Ben, filmin sonunda kendince bir intikam alıyor. Oyundan çıkmak için çevrimdışı olmak yeterli iken, gerçek hayatta ölünce tekrar dirilme şansının olmadığını sadece kendine değil, herkese tekrar hissettiriyor.

*Birkaç mesaj üst üste Ferdinand dedik, okunası şeyler yazıyor, seviyoruz, selamlar.

Maddesel


Bloga bir şeyler yazmak için girdim, çat bebenin fotosu çıkınca karşıma ürktüm önce. Yanlış yere girdim sandım:) O yazacağım bir şeyi erteliyorum şimdilik. Yanıt veresim var sana Marmara:)

-Geçen hafta Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynandı. Bu maça deplasman seyircisinin gitmesinde bir sakınca yok ama bizlerin Bursa'ya ya da Bursalılar'ın İstanbul'a gelmesinde sakınca var! Çok bilen yetkililerin nasıl çeliştiği ortada ama mantıklı bir açıklamaları yok tabi. Bizler de en fazla kendimizi yok Uefa finali Kadıköy'e verildi, yok Ş. Ligi finali Olimpiyat'ta oldu diye kandırırız. Sen önce İstanbul'daki taraftarın Bursa'ya gitmesine izin ver!

-Sinemaya gitmiyorum kaç zamandır, sürekli evde izliyorum. Evet diyecek başka bir şeyim yok.

-Nuri Bilge Ceylan filmleri fotoğraf kareleri. Sanki fotoğraf çekmeyi daha çok seviyor. Ama olsun çok güzel demişti "Yalnız ve güzel ülkeme" diye.

-Her gün her gün bira, vodka ohh mis...Bi de üstüne taksi. Para var huzur var:)

-Aramadım seni hala aradığımı iddia ediyorsun, kontrol ettim arama geçmişini yok işte. Ayrıca borazanı unutma. Aha buraya da yazdım, her açışında görürsün.

-Havalar soğudu biraya uzağım, rakı candır, likör kankadır.

- Yarın kazanalım, Fenerbahçe maçına kadar kayıpsız gidelim, sonra da deplasmanda Fener'i yenelim. Ama yarın lanet gündüz maçında lütfen Bursa'yı yenelim.

- Fotoğraf Nuri Bilge'nin.

Ege

Untitled ...




- Beşiktaş taraftarı Bursa'ya gitmiyor. Bursa İstanbul'a gelmiyor.
Futbolda Şiddeti teşvik edici karar değildir de nedir ?
Daha kendi ülkende ki takımlar arasında maçların güvenliğini sağlayamıyorsan, olimpiyatlar ya da euro cup'a aday olma yırtınması nedir ? Onlarca ülkenin katılacağı organizasyonlara evsahibi olacaksın ve vatandaşlarının gelmemesini mi isteyeceksin ?


- Yerli yapım filmler yine revaçta. Kültür Bakanlığı, Türkmax ve Euroimage başta olmak üzere sponsorlar sağolsun bir bakıma.
Filmlere destek çıkılıyor ve yapım sayısıda artıyor. Yeterli mi ? Değil tabi ki.
Mustafa 100'lerce salonda gösterimde iken 3 salonda oynayan filmler geçiyor sinemalardan, haberimiz bile olmadan. Sonra Dvd'sine rastlıyorsun tezgahlarda 2007-2008 yılına ait filmler ama ilk defa duyuyorsun ismini.

- Üç Maymun'u izledikten sonra uzun uzadıya anlatabilseydim keşke burada. Çok iyi fotoğraflar var diye başlayıp , fotoğraflarla bitirseydim yazımı. Ahan da film öyle birşey. Uzun sekanslarda uzun flu planlar, ters ışık aynı kadrajda farklı fotolar, arada detay planlar başlı başına fotoğraf olan. Filmde oyunculuk,kurgu,senaryo adına tatmin olduğumu söyleyemem. Çoğu kişinin hemfikir olduğu gibi farklı bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Yine de izleyin, bana bakmayın siz.


- İş çıkışı yorgunluk atmak için 2 bira içeyim arkadaşlarla diye başlayan ve ama biranın uykuyu kaçırmadığını unutan mantığın cezasını, otobüste uyuya kalıp son durağa kadar gittikten sonra taksiye verilen para ile anlamış oluyorsun ki akılsız başın cezasını cüzdan çeker.

- Uykulu gözler, ağızda ve kültablasında aynı anda yanan sana ait 2 sigara, beşiktaş-kadıköy, otobüs-vapur-dolmuş-taksi , aileden sonra en çok özlenilecek şey; kendi yatağın.
Yoğun iş temposu denilen şeyin vücuttaki etkileri 3 kelime ile anlatılmaz, yaşanır.

- Futbol - Sinema - Bira ve Ben . Beleştepe.blogspot'dan araklama gibi oldu valla. Kendiliğinden böyle bir yazı çıktı ortaya. Kusura kalma ferdinand :D


Ara sıra bloga Ege'de birşeyler yazsın yahu.



marmara

10 Kasım 2008 Pazartesi

Şeref Görkey


16 yaşında iken Beşiktaş'ın kapısından içeri girdi, bir daha da çıkmamış.
20 sene boyunca 10 numarayı layıkıyla giymiş.
Vole denilince ilk akla O gelmiş.

Ruhu şad olsun...

*Beşiktaş'la özdeşleşmiş isimlerin anmasına gitmeyen bir başkanımız var. Bu hayat dediğin elbet birgün biter "Sayın Başkan"

Ege

5 Kasım 2008 Çarşamba

129T


Fotoğraftada görüldüğü üzere Kozyatağı-Taksim arası çalışan bir belediye otobüsünün hat numarası 129T. Daha önce bir kaç blogda da yer verilmiş bu güzelim otobüse. Kendisini diğer tüm hatlardan ayiran ozellikleri; tek bilet ile karsiya gecen bir otobus olmasi, Kozyatagindan kalkan otobusler arasinda Libadiyeden gecen tek otobus olmasi. Libadiyeden gectigi icin kesintisiz 3 yil, onun oncesinde de 2 yil, yani toplamda 5 yildir kullandigim bir hat.Eskiden ismi 129 BT idi daha sonra B kaldirildi.

Hergün kullandigimdan mutevellit o kadar cok enstantane ile karsi karsiya kaliyorumki bu otobuste artik burada paylasmak farz oldu. Şimdilik elimizde ki tek foto wowturkey den alintidir- sagolsunlar-. En yakin zamanda kendi cektigim fotolarida koyacagim.

Dun aksam 7 civarlarinda işe gelirken şöförün yaninda 14-15 yaslarinda bir cocuk vardi. Trafik tikanikti ve sebebi kopru oncesinde otobusler icin ayrilmis olan seritte calismalarin olmasiydi. Trafigin olmasina yasli teyzeler ve adamlar soyleniyordu ki bu her zaman her otobuste olacak birseydir. Enteresan olan ise o cocukta trafigi elestirmeye basladi ve oyle ileri gitti ki konuyu dogalgaza, sisteme,hukumete ve halki elestirmeye kadar getirdi. Herkes susmus cocugu dinliyor, cocukta iyice heveslenip daha da konusuyordu. Cocuk sustugunda herkes helal olsun valla suncagiz cocuk bile herseyin farkinda gibilerden konustular.

Ayni otobusun 2. vakasi direk benle alakali. Otobüsün ters koltuklarından birine oturmustum. Duraklardan birinde baya bir kişi bindi ve otobus doldu. Yaşlı biri görürsem yer verecektim. Başımda biri dikiliyordu ve ben bakmiyordum ona, cunku tahminimce pek yasli degildi. Boyle dusunmeme sebebiyet veren ise kadinin modern şalını yuzumde hissediyordum ve nefesimi tıkayan bolca surdugu parfum . Karsimda oturan yasli teyze ile yaninda oturan adam surekli bir bana bir de basucumdaki sahisa bakiyorlardi. Icimden ulan yer vermek zorundamiyim ne bakiyorlar ki boyle dedim ve arkama bakıp yer verme geregi hic duymadim. Bir sonraki durakta inenler oldu ve ayaktakiler ilerleyecekti. Oh be dedim basimdan cekilip gidecek. Artik kafami cevirip bakabilirdim. Dekoltesinden kıllı bağrı gozuken, yuzu makyajli ve rengarenk giyimiyle 40 li yaslarda bir adam gordugumde oyle sasirdim ki karsimda oturan teyze tepkime dayanamayip guldu biraz.


daha neler var bu otobuste bekleyin hele ...


marmara

3 Kasım 2008 Pazartesi

Rovdyr


Filmi hangi ara, neleri düşünerek edindim hatırlamıyorum. Dün akşamımı bu filme ayırdığım için de kızdım kendime. Halbuki adını ne çok beğenmiştim. Korku ve gerilim filmlerini sevenler artık çok az iyi yapımla karşılaşıyor. Çünkü hep benzer senaryolar, benzer şekilde sunuluyor. Bir sonraki kareyi, filmin sonunu tahmin etmek zor değil. Bolca kan ve şiddet olursa o kadar korkunç olur zihniyeti popüler bu ara.

Norveç yapımı filmde 2 çift kamp yapmak için yolculuğa çıkıyor, mola verdikleri ıssız benzin istasyonunda görülen tipler ve yaşanan 1-2 şey size ipuçlarını vermekle kalmıyor, direk servis ediyor. Yolculuklarına devam eden çiftlerimiz, o tiplerin avı oluyor. Başlıyor ormanda kovalamaca, bolca kan, bağırsaklar, parçalanan topuk...

Bunun adına da biz korku filmi çektik diyorlar. Ben de çok şey dedim bitince.

Kimi korku film festivallerinde övgü almış Rovdyr, övgü veren arkadaşlarla tanışmak ister bu bünye.

Ege

10 !



Şifo ile Sergen yan yana oynar , oynayamaz tartışmalarıyla geçti bir zaman. Sonra Şifo gitti, alan Sergen'e kaldı dedik. Ama o da fazla durmadı gitti geldi, sakatlandı,göbeklendi. Akıllarda attıları goller kaldı ama getirdiği şampiyonluk dediğiniz zaman sadece 100. yılı hatırlarız.



Ardından Rico, Delgado yan yana oynar mı oynamaz mı tartışmaları. Rico 10 numara olamadı. Şimdi Delgadoyu izleme zamanı dedik hala bekiyoruz. Şampiyonluğu geçtim 1 - yazıyla bir -derbi maçı kurtarsa bu sene razıyım.

2'şerli 10 numara oyuncuları olupta yıllardır tam olarak 10 numarasını bulamayan takım Beşiktaş.