27 Şubat 2009 Cuma

Yallah Cinler, Periler, Gulyabaniler


Belediye'yi yenemeseydik eğer iyice sendroma bağlardık. İlk etapta bunun ağırlığı üzerimizden kalktığı için mutluyum. Sonrasını ise ifade etmekte zorlanıyorum. Trabzonspor ve Gaziantepspor maçlarında ilk dakikadan itibaren istekli bir Beşiktaş vardı sahada. Bugün ise ilk yarıda yalandan oynayan, ikinci yarıda ise strese bağlayan Beşiktaş.

Şundan artık adım gibi eminim ki zaten beyazları olan saçlarıma yeni beyazlar eklenecek. Hem de her geçen hafta bu ihtimaller daha da artarak. İyi top oynamadık bu akşam, gol gelmedikçe tribünler daha da gerildi, takım paniklemeye başladı. Böyle durumlarda oyuncular bir an önce golü bulmak adına saçmalıyor. Top kayıpları artıyor, takım olgusundan ziyade "ben" öne çıkıyor. Tello bu "ben" kısmına iyi bir örnek aslında. Ancak bu şekilde kazandırdığı maçlar olduğu için göze batmıyor, daha doğrusu ses edilmiyor. Bu gece de onun golü bizleri rahatlattı.

Sözde beyefendi Avcı'nın takımı bir anda yatmaktan vazgeçti. Fakat burada bir öz eleştiri yapmakta fayda var. Golü bulduktan sonra maç bitmiş gibi davrandık ve rakibimiz serbest vuruş kullanırken " yere yatsanıza" diye bağırdık. Adamlar motive olup 10 saniyede bunu gol yapmasalar bari derken, yedik golü. Yine kahır, hep kahır bölümünü bilmem kaçıncı kez oynayacakken galibiyeti elde etmek harika.

Yine bir cuma kazandıktan sonra rakiplerimiz de hafta sonu puan kaybederse, toteme bağlayıp bütün maçlarımız cuma olsun diye dileyeceğim.

Bütün bunlar dışında Hakan Arıkan'a yüklenenler, küfür edenler kendilerini çok iyi Beşiktaşlı olarak tanımlıyorlardır. Bu akşamki maçın tekrarı olursa, kendilerine baksınlar , ne kadar çirkin gözüktüklerini bir de kendi gözleri ile görsünler.

Ve olan biten her şeye rağmen " Beşiktaş, sen bu coğrafyanın en güzel iklimisin..."

25 Şubat 2009 Çarşamba

Kısa Kısa


-Stadın etrafındaki yol çalışmalarına kısa bir zaman önce değinmiştim. Durum gittikçe vahimleşiyor. Yol yapımı çalışması adına Stad koca bir deliğin içine sürükleniyor adeta. Gecenin karanlığında Taksim'den otobüsle Beşiktaş'a inerken bütün güzelliği ve ihtişamıyla yine gözlerimizi kamaştırıyor tabi ki.

- Yönetimin bu aralar basına fazla malzeme vermemesi ya da basının otosansür uygulaması sebebiyle Beşiktaş temalı haberler artık Denizli'nin demeçleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Özellikle 26. hafta vurgusunu bütün medya yapmakta. Medyadan okuduğum kadarıyla bende 26. haftada lider olacağımızı söylediğini sanıyordum. Ancak son yaptığı basın açıklamasında üstüne basa basa söylüyor ki 26. haftada lider olacağımız değil ilk 3 takımın arasında olacağımızı belirtiyor.
Adamı zorla Kahin yapacaklar.

- İşler çok yoğun olsa bile itinayla film izlemeye her zaman vakit ayrılır. Oscar Milyoneri izlediğim son filmler arasında. Bazı ödülleri alması normal olsa bile 8 ödül birden alması fazla kaçmış. Oscar törenini izledikten sonra biraz daha hak veriyorsunuz aslında. İşimle alakalı olarak törenin tamamını dvd'ye kaydetme bahanesiyle ara ara izlemiş bulunmaktayım. Hikayenin o gösteri dünyasının insanlarına bu kadar etkileyici gelmesi, hayata bakış açılarını gösteriyor. Doğru-dürüst olan her insan kazanır. İyiler kazanır, sizde akıllı uslu olun, isyan etmeyin, çalışın didişin çaycı olun. Şans bir gün kapıyı kırarak evinize girer. Koy bakalım juriye Sean amca gibi adamları alabiliyor mu o kadar ödülü.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Parkenin Kartalları


Semt Bizim Aşk Bizim bir duvar yazısı değildir.

Ege burada, Stalker kendi blogunda yazmış .
SonBarikat'ta fotolar ve videolar mevcut.

Yaşandı ve bitti türünden değil, bu kalplerin neden bu denli bir sevdaya tutulduğunun göstergesi olan hafızalara kazınan bir maç oldu.

'' hentbol'de avrupa kupasında çeyrek finale çıkmak için seba'da maça gittik.
salon tıklım tıklım. rakip dişli mi dişli. takım coşuyor, biz coşuyoruz. takım fark yemeye başlıyor, biz tezahuratları daha yüksek volüme çıkarıyoruz. takım zaten inançlı ve istekli, farkı kapatıyorlar ve 1 sayı öne geçiyorlar. Son 10 saniye top rakipte, ramazan diye bir oyuncumuz vardı son dakika kırmızı kart görmüştü. neyse son 10 saniye rakip geliyor, rakibin dikkatini dağıtmak için atkıları sallıyoruz sette. son saniye şut çekiyorlar, top direkten dönüyor, maç bitiyor. Biz sahaya atlıyoruz. Salon akıyor sahaya. Oyuncularla kucaklaşıyoruz. ''

diye anlatabileceğiz. Anlattıkça bir kez daha yaşayacağız.
Nasıl yaptım bilmiyorum ama Oğuzhan'dan forma istedim. O da hiç tereddüt etmeden verdi.
Yırtık ama sponsorsuz, tarihe geçmiş bir maçın forması olarak dolabımda yerini alacak.

Daha nice başarılara, yarı finale, kupaya ...

Kara Kartalsın Göklerde Uçarsın


Şöyle bir manzaranın hayalini kurduk hep. Futbol dışındaki branşlara olan ilgisizlikten dem vurduk. Ama bugün çok başkaydı. Uzakta olup, görememek sadece sesle de olsa yetinmek, çok başkaydı.

Harika bir takımımız var. Senelerdir çok iyi işler çıkarıyorlar. Bugün Avrupa'da da bunun karşılığını aldılar. Her daim semt takımı olmaktan dem vuruyoruz. Çok uzun süreden beri ilk defa bu duyguyu sonuna kadar hissettim, kilometrelerce uzakta olmama rağmen. Minicik bir salon ama buram buram Beşiktaş kokan, içinde Siyah-Beyaz'a aşık yüzlerce insan. Futbol takımı beyaz forma, siyah şort ile çıksın maçlara diye dillendirirken; hentbol takımımız beyaz forması, siyah şortu ile sahada. Sponsorsuz, bembeyaz formamız...

Beşiktaş o salonda yalnızlığı haketmiyor, taraftarı ile bütünleşince nasıl da bambaşka bir hale bürünüyor onu gösterdi takımımız.

Bugün Süleyman Seba'da olanlar çok şanslıydı, Beşiktaş'ın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissettiler.

Beşiktaşımız çeyrek finalde, maç sonu gözyaşlarını tutamayan Kartallarımız'ın hepsine yürekten helal olsun, bize bu sevinci yaşattınız ya bitanesiniz!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Saldır Beşiktaşım

Beşiktaşımız - HIT Innsbruck
22/02/2009
15:30
Süleyman Seba Spor Salonu



Beşiktaşımız'ı çeyrek final yolunda yalnız bırakmamak için " Beşiktaşlı, olman gereken yer belli."

19 Şubat 2009 Perşembe

Babam ve Beşiktaşım


4-5 yaşlarında bir çocukken söyledi babam ''Biz Beşiktaşlıyız'' diye.
Emir alır gibi kabullenmedik o yaşlarda Beşiktaş'ı, emanet alır gibi kabullendik.
Babam'la ilk Beşiktaş muhabbetime tekabul eder bu durum.

Ortaokul yıllarında Beden eğitimi dersleri girdi hayatımıza, eşofman zorunlu maddesiyle birlikte. Arkadaşlarımın rengarenk eşofmanları arasında siyah-beyaz olmalıydım. İsteğim annem aracılığıyla tez elden iletildi babama. Düştük Eminönü yollarına, soğuktu hava o zamanların istanbul'una yakışırcasına.
Fazladan 1-2 yıl giyeyim diye büyük beden Beşiktaş eşofmanı alıp Eminönü-Kadıköy vapuruna binmiştik. Babam başlamıştı Beşiktaş'ı anlatmaya, 2 tanede sahlep söyledi sıcak Beşiktaş muhabbetinin yanına. Elimde açıp giymek için sabırsızlandığım Beşiktaş eşofmanım ve sahlep.

Beşiktaşlılığım bilinmeye başlamıştı. Farkılılık ve ötekilik durumunu anlamak için yeterli bir sebebti Beşiktaş'lı olmak. 60 kişilik sınıfta bir elin parmağını geçmezdik, sokakta 2. beşiktaşlı bulursak ne mutlu. Arkadaşlar sokak maçlarında Okocha'yı paylaşamıyorken ben hep Amokachi oluyordum. Pazartesi günleri bakkal amcalar takılırdı önce, sonrasında okulda ve sokakta devam ederdi Beşiktaş müdafalarım. Hayatta inançlarım uğruna direnmeyi öğreniyordum.

Babamla Beşiktaş'ta akrabalara gitmeyi severdim, akraba ziyaretlerinden hiç haz almasamda. Kesin Fulya'ya uğrardık çünkü. Hele bir de antremana denk gelmişsek keyif 2 katından gıcır.
Ertesinde okulda havasını atardım ama yaşadığım mutluluk ayrı yeterdi bana.

Beşiktaş sevgisi arttıkça öğrenmiştim babamın gazeteyi neden son sayfadan okumaya başladığını. Yeni transferler, maç sonuçlarını konuşur olmuştuk saatlerce.

Teleon ve Cine5 zamanında kahve kültürü başlamıştı, sigara dumanı ve küfürler arasında babamın hemen yanındaki sandalyede Beşiktaş'ı izlemeye çalışıyordum. Babam yanımda küfür etmezdi Beşiktaş'lı futbolculara, edenler içinde bakma sen onlara derdi. Yenildiğimiz maç sonları sigarasını tüttüre tüttüre benimle eve gelirdi çoğu zaman, kimi zamanda takma kafana diyip cebime harçlık verip eve gönderirdi.

Tesisler ümraniye'ye taşınmıştı ve ben artık babamla hiç Beşiktaş'a gitmiyordum. Arkadaşlarımla maçlara gitmeye başlamıştım. Maç sonu eve geldiğimde tribün çok iyiydi ile başlardı söze. Sonra maç kritiği yapardık biraz.

Araba ile bir gün Ümraniye tesislerinin ötesinde bir yere gidecektik. Tesislerin yanından geçmeye başladığımızda başladık yine Beşiktaş konuşmaya. Bu Stavrum'dan golcü olmaz gibi birşey demişti ki yanımızda geçen kamyon bizi kenara sıkıştırmış ve kaza yapmıştık. Arabada ki büyük hasara rağmen emniyet kemerlerimiz takılı olduğu için hiç sıyrık almadan atlatmıştık. Stavrum'u hiç sevemedim o zamanlar.

Edirne'de Üniversite okuduğum zamanlara denk gelmişti 4-3'lük F.b maçı. Babam çok severdi Rıza'yı. Maç sonu sevinç ve heyecanla telefon etmişti. Mesafeler engel değildi Beşiktaş konuşmaya.

Kombine alıp her maça gitmeye başladığımda sevinmişti. Hayatın içindeydi çünkü. Biliyordu dışarıda kötü bir hayat olduğunu ve Beşiktaş'a sığınmama izin veriyordu. Siyasi olarak zıt düşerdik çoğu zaman, tarzımı eleştirdiğide olurdu. Geceleri eve gelmeme bile razı değilken gönlü, söz konusu Beşiktaş ise akan sular duruyordu.

Babamın beni beşiktaşlı yapması gibi Kuzenimi Beşiktaş'lı yapmıştım. Beşiktaşlı olursan sana şeker, forma alırımlarla değil. Biz Beşiktaşlıyız demem yetmişti. Babamdan aldığım emaneti kuzenimede aşılamıştım. Babamda ona Beşiktaş şapkası alrak jestini göstermişti. Dahası var ki anne-babasından alınan her yeni şeyin siyah-beyaz renklerde olmasını istiyordu.






Adı illet olan hastalığa yakalandığında dank etmişti kafama babamla yapamadıklarım, yaşayamadıklarım. Maça gideriz planım vardı hastaneden çıktığında. Denizli maçı vardı önümüzde. Hastanede yanında refaketçi kaldığımda birçok gazete alıyordum. Ve hepsinin Beşiktaş sayfası açılmış vaziyette bırakıyordum yanına. Kuzenim gelmişti ziyaretine, küçük olduğu için yanına almamışlardı. Aşağı hastane bahçesinde indiğimde ağlıyordu. Ağlama iyileşince evde göreceksin dediğimde ama ben eniştem için siyah-beyaz ayakkabılarımı giyip geldim demesiydi Beşiktaşlılığını gösteren.


.


23 Eylül 2007 Denizli maçıydı. Babamın vefatının haftası için mevlüt okutulmuştu evde. Daha fazla kaldıramadı bünyem evde oturmayı. Maça gidiyorum diyip Üsküdar'dan Beşiktaş yaptım. İlk 10 dakikası bitmişti maçın stada girdiğimde. 2-0 geride idi Beşiktaş. Hayatta Beşiktaş demek buydu demek ki. Şaşırt beni hayat Şaşırt beni Beşiktaş dedim içimden. Goller geldi ardı ardına.
Babamla gideceğim ilk maç olacakken Babamsız ilk maç olmasından üzüldüm attığımız her golde. Gözlerim daha fazla kaldıramadı Beşiktaşın gollerini. Herkes 3. gol sevincini zıplayarak yaşarken ben arada sabit bir şekilde duruyordum. Rakip takım tribüne girmiş ve gol yiyen takımını görmüş gibi.

Sığınacak yer belliydi. 5 yaşında gösterilmişti adres.

Sıkıcı maçlarda tribünde oluyor gözüm. Babaları ile maça gelmiş çocuklara bakakalıyorum, elimden geldiğince fotoğraflarını çekmeye çalışıyorum. Ne kadar şanslı olduklarını hiç anlayamayacakları için yanaklarından bir makas alıp uzaklaşıyorum.




Biz büyüdük kirlendi dünyanın ötesinde artık yaşadığımız zamane dünyası. Hava kirliliği yüzünden dışarı çıkma yasağı olduğu zamanlar vardı, savaş, terör, kriz, deprem, hırsızların her gün aynı sokakta bir evi soyduğu, okul kavgaları, trafik kazaları. Geçmiş salt kirlilik olarak ele alındığında hiç kuşkusuz daha korkutucuydu.

Dünya küçülüyor galiba. Beşiktaş formaları atkıları var dolabımda henüz hiç giymediğim. Her hafta maça gitmeme rağmen Fulya'da antremanlarda gördüğüm hareketler gibi cazip gelmiyor hiçbirşey. Kuzenimin bana anlattığı gibi konuşamıyorum çoğu zaman Beşiktaş'ı. Hala aynı tadı bulmak için vapurlarda kışın sahlep içmeye yeltensemde hep nafile sonuçlarla karşılaşıyorum.



Yönetimi, futbolcusu, teknik heyeti, muhalefeti, taraftarı, medyası, yazarı ...
Biz Beşiktaşlıyız gibi bir Beşiktaşlılık yok artık.
Herkesin ayrı Beşiktaş'ı, ayrı derdi, ayrı menfaati.

Beşiktaş sevdam Babamdan emanet.
Üsküdar-Kabataş motorları, Kadıköy-Beşiktaş vapurları Beşiktaş.
Çift sarılan atkı Beşiktaş. Beşiktaş demeye Beşiktaş yazmaya doyamamak Beşiktaş.
Beşiktaş taraftarıyım kelimesini kullanamamak taraftarlığın ötesinde tanımlamaktan kendimi.


Ne zor emanet vermişsin Baba.
Ama merak etme hala senin istediğin gibi,
Biz Beşiktaşlıyızdaki gibi Beşiktaşlıyım.

17 Şubat 2009 Salı

Türlü


Chop Shop


2007 yapımı Ramin Bahrani isimli yönetmenin, Newyork'ta oto tamirciler sanayisinde çalışan bir çocuğun hayatını konu alan filmi. Yavaş ilerlemesi ve sanaryonun bizi pek şaşırtmaması filmin etkisini azaltsada, belgesel sinema tadında ilerlemesi ve tek başına bütün filmi hiç kusursuz kaldıran Ale karakterini canlandıran çocuk oyuncunun performansı filmi izlenmeye değer kılıyor.








Children Of Men

Bilim kurgu filmi ve yıl 2027'nin Londra'sı denilince akla uçan arabalar, süper ötesi cihazlar felan gelir. Ama bu film öyle sıradan bir bilim-kurgu filmi değil. 2009 yılında dünyada kısırganlık baş göstermeye başlamıştır. 2027 yılında 18 yaşında bir genç dünyanın en genç insanı ünvanına sahiptir. Ve bir suikasta kurban gider. Filmin başındaki bu konu, senaryoyu bize aktarmak için yapılmış güzel bir giriş. Devamında görürüz ki kısırlığın yanı sıra bütün dünyada açlık-işsizlik baş göstermekte ve avrupa ülkelerine mülteci akınları olmaktadır. Hükümetler mültecilere karşı çok sert politikalar uygulamakta ve mültecilerde hükümetlere karşı örgütlenmektedirler. Kurtuluş reçetesi ise kadınların yeniden doğurganlık özelliği kazanması için yapılan çalışmalardır. Mülteci bir kadın Londra'da hamile kalmıştır. Filmimiz bu kadının ülkeden dışarı çıkarılması için geçen aksiyonlarla devam ediyor. Bilim-Kurgu olarak geçsede gayet politik içeriklere sahip ve finale doğru dramatik bir yapıya bürünen bir film.



Mansfield Park


Kitaptan uyarlama olduğunu daha ilk dakikasında belli eden bir film. 19. yy İngilteresi. 10 yaşındaki fakir kız zengin teyzelerinin yanlarına gönderilir. Kalabalık ev ahalisi içinde kuzenleri arasında en uysal olan küçük erkek kuzeni ile arkadaşlık kurar. Ama beslemedir, külkedisidir. Külkedisi kendini eve sevdirir, etafındakilere sevdirir, kuzenine aşık olduğu gibi kendisinede aşık eder filmin sonunda. Öpüşürler film biter.

15 Şubat 2009 Pazar

İnönü'de Gülen Var


Bugün internette yarında gazetelerde çıkacak olası manşet; İnönü'de Gülen Yok.
Maç sonrası birçok arkadaşım mutsuzdu. Ben ise Beşiktaş'ı yeniden bulmuş gibi sevindim.

Rakip takımın kendi kalesine attığı golle galip gelmek bana zulüm geliyor.
Livorpool'a karşı aldığımız galibiyetin son 10 dakikasında yediğimiz hücumu hala unutamam.
Lucescu zamanından beri devir gibi teslim bütün hocalarla aldığımız galibiyetlerin 1-0'a endekslenmesinden de zerre haz almıyorum. Kısacası şudur ki saldıran Beşiktaş görmek istiyorum hep. Rakibi ısıracak,boğacak. Kara Kartallar ünvanına layık olacak. Bugün sahada kanatlarını çırpan Kartallar görmek güzeldi. Budur beni mutlu eden. İnönü'de, deplasmanda onca çileden sonra kötü futbol izlemekten öyle usanmışki bedenim, gerekirse şampiyonluk kalsın başka baharlara ama bir Beşiktaş olsun. Beşiktaş gibi .




Denizli'nin kurduğu kadroya bakıp, Delgado ve Bobo'nun olmamasını eleştirdik. Maçın ilk yarısı biterken yine aynı isimler üzerine yoğunlaştık. Yusuf ve Serdar takımı yavaşlatan, katkısı olmayan oyunculardı. Delgado ve Bobo ise oyuna derinlik katacakları gün gibi aşikardı. Ama Denizli der ki benim taktik anlayışıma göre Bobo'nun ya da Nobre'nin yedek oturması gerekiyor. Denizli'nin taktik anlayışı ise ileride Nobre arkasında Yusuf ve kenarlardan Serdar ile Tello ile hücum yapmak. Ancak bu taktik işlemedi, işlemeyecek, işlemez. Maçın 2. yarısına Delgado ve Bobo ile girmesi Denizli'nin kendi hatasını kabul etmesidir. Delgado sakatlıktan döndü 45 dakika ancak oynayabilirdi gibi açıklamalar ise komik kaçıyor.

Ekrem iyileşip döndüğünde sağ kanata, Delgado'da Antep maçı ilk 11'e dönmeli. Nobre ile ilgili aynı şeyleri tekrarlayıp duruyoruz ama Beşiktaş tek forvet oynamamalı, oynasa bile bu Nobre olmamalı.


klişe ile bitirelim.
Lig uzun, her maç 3 puan.
Delgado'nun maç sonu demecinde dediği gibi ; ''Böyle oynarsak Şampiyon oluruz''.
Böyle oynayın canımızı verelim.

Mustafa Denizli Mahvettin Sen Bizi


Rakipler puan kaybedince Trabzonspor maçı haliyle daha önemli hale geldi. Bir de bizim hayallerimiz bunun yanına eklenince çok daha önem arzetti. Ta ki maç kadrosunu görene kadar. Sanıyorum ki kadroyu gören birçok Beşiktaşlı anlam verememiştir. Kendi evinde böylesine önemli bir maçta tek forvet ile sahaya çıkıyorsun,(Rakibin çift forvetle çıkıyor) üstelik o tek forvetin de Nobre?! Mustafa Denizli'nin Bobo ile nasıl bir sorunu var henüz anlayabilmiş değilim. Ancak kendisinin ifade ettiği sistemdir, diziliştir sadece ve sadece bahaneden ibarettir. Nasıl bir sistem ki bu ilk tercih her daim Nobre oluyor? Bu takımın ilk forveti her zaman Bobo'dur. Yanına dilersen Nobre'yi, dilersen Holosko'yu koy. Ancak ilk sırada Bobo gelir. Hatta ve hatta tek forvette de ilk tercih Bobo olmalıdır. Bobo her seferinde yanıt veriyor; ancak Denizli bunu anlamamakta ısrarcı.

Maça çok istekli başladı oyuncularımız. Yanılmıyorsam maçın daha 5 ya da 6. dakikasında kazandığımız bir faul sonrasında Serdar Özkan bir an önce rakibinden topu alıp, kullanmak istedi. Keza kullandığımız taç atışlarında dahi çabuk olmaya özen gösterdiler. İlk dakikadan itibaren kazanmayı istediklerini gösterdiler ve hissettirdiler. Zaten karşılığında tribünlerden büyük bir destek aldılar. Ancak Beşiktaş'ın bu isteği yeterli olmadı. Deplasmanda oynayan klasik Anadolu takımı görünümünde olan Trabzonspor, Tello'nun kaptırdığı topu iyi kullanarak golü buldu.

Beşiktaş istekli olmasına istekliydi ancak sahada bulunan mevcut kadro yapısı ile golü bulmakta zorlandı. Telefon kulübesine dahi çalım atabilen Yusuf (Trabzonlular Yusuf'u almadıkları için çok mutludur.), sağda oynatılan Tello, solda yalandan oynayan Serdar Özkan ile debelendik durduk.

İkinci yarı Bobo ve Delgado'nun oyuna dahil olması ile daha olumlu şeyler yaptık. Bol bol " Ah keşke Ekrem olsaydı " dedik. Ligin en çok korner kullanan takımıyız, neden bir türlü buradan gol atamıyoruz derken, Bobo ile golü bulduk, Denizli'ye selam ettik.

Bu puan kaybı ile şampiyonluk şansımızı artık tamamen yitirdiğimizi düşünüyorum. Ligde şaşırtıcı kayıplar oluyor; ancak bizim başımızda da Mustafa Denizli olduğu sürece biz de o şaşırtıcı kayıplardan daha çok yaşarız.

Her zaman istediğimiz mücadeleci bir oyun anlayışı oldu. Formasını terletsin, hakkını versin, sahada Kara Kartal gibi olsun...Arabesk bir yaklaşım belki ama biz Beşiktaşlılar hep bunu sevdik. Bu akşam sonuca üzülsem de özellikle ikinci yarıdaki mücadele yetti bana.

- Abi şampiyonluk ne demek?

- Bizim sevgimizin yanında hiçbir şey demek!

Hava Ayaz mı Ayaz


Bütün hafta kıvranarak, düşünmemeye çalışarak geçti. Geldi yine pazar. Yine çok fena umutla çevrilmiş durumdayım. Her seferinde yok artık bundan sonra hayal kurmayacağım, umut etmeyeceğimm desem de yine çemberin merkezinde duruyorum.

Ah be Beşiktaş hadi...

13 Şubat 2009 Cuma

Kısa Kısa


- Bir Pazar günüydü ilk Beşiktaş-Trabzonspor maçına gidişim. Üsküdardan motorla Kabataş'a geçmiştim. Takım kötü gidiyordu ve taraftar isyanlardaydı. ilk 10 dakika takıma sırtımızı dönmüş, sessizce oturmuştuk. 11. dakika 3'lü ile maça dönmüştük. Ardından Oktay'ın golü gelmişti. Hafıza-i beşer belki de ?

- Başkan Fulya açılışında konuşma yapacağı kağıdı karıştırıyor ve bu duruma bütün pişkinliğiyle gülüyor. Hadi başkanı anladıkta bu durumunu gülücüklerle alkışlayan dinleyicilere ne demeli ?

- Almanyadan oğlum geldi, boşalt evi misali; Delgado italya'dan döndü, Yusuf çekil kenara.

- Recep !vedik Film Festivali bugün itibariyle başlamış bulunmakta. Beyoğlu'nda filmin gösterimi olduğu bütün sinemalarda uzun kuyruklar vardı. !F diye bir festival bir de, ivedik gibi komik filmler var mıdır acaba ?

- 14 Şubat Aşıkları Soyup Soğana Çevirme günü çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Her yer Aşk pıtırcığı markalarla dolu. Aşıkları seviyoruz ama paralarınıda daha çok seviyoruz temalı reklamlarla kalp şeklinde balonlar dağıtılıyor . Aşka paha biçilmez, Bütün sevenler boşaltın ceplerinizi.

-

12 Şubat 2009 Perşembe

Beşiktaş'ın Geleceği, Gelecek mi?


Beşiktaş'ın geleceği dendi. Beşiktaş'ın geleceğini sattı Demirören. Şimdi rakamlarla uyutmaya çalışıyorlar, yok 15 milyon yıllık gelecek diye. Beşiktaş o paraları alamayacak. Çünkü Aşçıoğlu ile yapılan mevcut anlaşmaların paraları çoktan alındı ve kullanıldı. Başkan her zamanki gibi uyutmaya çalışıyor herkesi. Ve ne yazık ki başarıyor da bunu. Muhalefet sesini çıkarmadığı sürece böyle gidecek.

Beşiktaş'ın Fulya projesinde neyi var neyi yok, o 2 kuleden ne kadarı Beşiktaş'ın? Aşçıoğlu ile Beşiktaş'a ait olan yerlerin farkları neler? Bu yerlerin kıymeti nedir? Aşçıoğlu ile yapılan tüm bu anlaşmalar neden sessiz sedasız yapıldı?

İlgili linkteki dosya, mevcut sorular ve daha fazlası için yardımcı olacaktır.

Fulya Projesi

11 Şubat 2009 Çarşamba

Özgür Soylu İçin Atkı


Kasım ayında kaybettiğimiz Karşıyakalı kardeşimiz Özgür Soylu anısına, Karşıyaka Taraftar Derneği'nin yaptırmış olduğu atkı satışa sunulmuştur.

Atkıdan elde edilecek gelir Özgür'ün ailesine verilecektir.

Daha fazla bilgi için : www.ksktaraftar.org

Not: İzmir dışından almak isteyen arkadaşlar olursa yardımcı olabilirim.

Waltz With Bashir - Beşir'le Vals


2008 Cannes film festivalinde gösterilmiş, fazlaca da dikkatleri çekmiş animasyon yapımı. Stalker film hakkında ayrıntılı bir yazı yazmıştı. Müzikleri Max Richter yapmış, meraklısına.

01. Boaz and the Dogs
02. Iconography
03. Haunted Ocean, Pt. 1
04. JSB - RPG
05. Shadow Journal
06. Enola Gay
07. Haunted Ocean, Pt. 2
08. Taxi and Apc
09. Any Minute Now - Thinking Back
10. I Swam out to Sea - Return
11. Patchouli Oil and Karate
12. This Is Not a Love Song
13. What Had They Done
14. Into the Airport Hallucination
15. Slaughterhouse
16. Haunted Ocean, Pt. 3
17. Into the Camps
18. Haunted Ocean, Pt. 4
19. Andante - Reflection (End Title)
20. Haunted Ocean, Pt. 5

http://rapidshare.com/files/196809708/OST_-_Waltz_With_Bashir__2008_.rar

Seba Sonrası Beşiktaş Paneli

Önceki gece Moda Kartallarının tertiplediği Seba Sonrası Beşiktaş isimli panele katılma fırsatı buldum. Medyada pek yer bulmamasına ise şaşırmadım. Sinan Vardar, Hürser Tekinoktay, Adnan Dinçer, Rıdvan Akar , Fatih Doğan ve Haluk Kesim konuşmacılardı.

Her konuşmacı kendi tanık ve yakın olduğu konular doğrultusunda konuşmasını sürdürdü.
Sinan Vardar ve Adnan Dinçer Özkaynak Sisteminin önemini, Hürser Tekinoktay Fulya konusunu, Fatih Doğan Medya ve Fulya konusunu anlattı. Benim için semtin çocuğu olan Rıdvan Akar ise tribün ve medya üzerine konuştu. Salondaki gerilen stresi azaldığı anlarda Rıdvan Akar'ın konuşmasına denk geldi.

Sinan Vardar iddialı bir şekilde mali kongrede ibra etmeyeceğini ve birkaç güne kadar bir başkan adayını çıkacağını söyledi. Sorulan bir soru üzerine geçen sene ki mali kongredeki pasif konumunuda kabullendi.

Adnan Dinçer konuşmacılar arasında tabiri caizse yönetime giydirmeyen tek konuşmacıydı.
Fatih Doğan ise mensubu olduğu medyayı kıyasıya eleştirerek ve zaman zaman çelişkili açıklamalar yaparak salondaki dinleyicileri pek tatmin etmeyen bir konuşma sergiledi.

Hürser Tekinoktay'ın Fulya incelemeleri gayet başarılı. Geçen sene mali kongreyi ibra etmeyenlerin arasında ve davanın avukatı.

Haluk Kesim Beşiktaş'lı olmasını sağlayan dayısının hayatı ise gecenin en enteresan hikayelerinden biriydi. 20 yaşında Beşiktaş kalecisiyken bir kıza aşık olup onun peşinden giden ve daha sonra aklı dengesini yitirmesine kadar varan bir aşkın pençesine düşmüş. Uzun yıllar doğru düzgün kimselerler konuşmamış. Haluk Kesim konuştuğu ender kişilerden biriymiş. Dayısının Beşiktaş'ı anlatmasıyla saplanmış bu sevdaya.

Bu kadar konuşmacıdan sonra en son sözü alan Rıdvan Akar ahlar vahlarla giden geceyi gülüşmelerle bitirmemize neden oldu. Ne de olsa Semtin Çocuğu.

Fatih Doğan yerine Cem Dizdar olsaydı çok daha sıcak bir panel olurdu.
Yine de böyle bir panelin düzenlenmesi sevindirici.
Erman-Şansal ikilisinden Beşiktaş'ı dinlemek zul geliyor bünyeye.
Beşiktaş kelimesi ağzına yakışan kişiler Beşiktaş desin yeter ...

9 Şubat 2009 Pazartesi

Konya Deplasmanı

Çıkmışsın geceden yola, zulanda umut, emanetin tribüne sakladığın sesin.
45 yaşında adam ve 15 yaşında çocuk aynı otobüste, sevdası aynı Beşiktaş.
Ne de güzeldir Beşiktaş için yollar katetmek.

Gece 1 gibi her zamanki gibi stad önünden kalktı deplasman otobüsleri. Ne şanstır ki Antalya'ya gidişimizde olduğu gibi sadece Kibariye cd'si vardı otobüste. Deplasman otobüsünün ahengini bozan şarkılara her ne kadar ara sıra müdahele etsekte gidiş ve dönüşte dinlemek zorunda kaldık. Fazla mola vermedik gidişte,1 kere çorba molası 1 kere tekel 2 kere wc için durduk. Ezogelinden bozma tavuk parçaçıklı mercimek çorbası ile yeni bir yemek çeşidi öğrenmiş olduk.

Konya'ya ilk gidişim. Bildiğin düz şehir, dümdüz. Stada yaklaştığımızda paf takımının maçı vardı. Her zamanki gibi emniyet paf maçını izlememize izin vermedi ve 2 saat stad önünde beklemeye koyulduk. Stad önünden, paf takımın maç yaptığı sahanın 1 kalesi gözüküyordu. Biraz bakalım dediğimizde gol sevincini gördük. Konya atmıştı.

Birçok deplasman tribününde olduğu gibi stadda sadece 2 turnike mevcut. Stada giriyorsun, yine birçok deplasman tribünü gibi, birçok şehirden gelmiş taraftarlar. Beşiktaş'ı ilk defa görecek olan çocuklar futbolculardan çok taraftara dikkat kesiliyor.

Maç başlıyor ve bitiyor. Var mı yazmaya gerek ötesini. Değinmişim maç sonrası taraftar demeci yazımda, bu takım sistem, organizasyon, duran top taktikleri üzerine antremanlarda ne yapıyor ? Sahaya bakınca hiçbirşey olduğunu görüyorsun. Ama gel gör ki tribünde hala Zan konuşuluyor. Ernst 2. maçında eleştirilmeye başlanıyor. Denizli'ye sitem ediliyor. Delgado olsaydı, nobre girse, Ekrem sakat olunca gibi cümlelere sığınılıyor. Futbolcuların ötesindedir Beşiktaş'ın sorunu. Yorumcu olarak Beşiktaş'ın sorunlarını ard arda tespit edip, çözümlerini dile getiren Denizli teknik direktör olarak hala birşeyler yapabilmiş değil.

Çiledir galibiyetsiz deplasman dönüşü. Maçı kazanmaya o kadar şartlamışım ki kendimi, kaybetmişiz gibi bir his içindeyim. Dar alanda Kısa Paslaşmalar'da ki motto gibi ; '' Ya kazanırsın ya kaybedersin beraberlik yoktur'' .

Beşiktaş 2009 yılına bomba gibi, süper girdi başlıkları vardı bir kaç güne kadar gazetelerde . Lastik patlamıştı Konya'da. Yetmezmiş gibi bizim otobüsünde lastiği patladı. Polis eskortu şehir merkezinin dışına kadar bize yolcu ettikten sonra, hem karnımızı doyurmak için hem lastik değiştirmek için bir tesis aranmaya başlandı. Lastik patlak, karnımız aç, moraller bozuk ve istediğimiz gibi bir tesis yok. Lastikçi alakasız bir yerde bulundu, yemek ise çok daha farklı bir yerde uzun zaman sonra yenildi.

Sessiz sedasız bir geliş oldu İstanbul'a. Semte inildi sabah 5 gibi.
Bir deplasman daha bitti, kahır dolu.
Nicesine diyemeyeceğin bir yolculuk daha.
Ama hala bir Beşiktaşım var Beşiktaştan öte Beşiktaştan ziyade ...



8 Şubat 2009 Pazar

Çıkar Düşkünleri


Hafta içi Antalyaspor ile oynadığımız kupa maçında Erdal Acar'ı görünce şaşırmıştım. Ne oluyoruz yahu diye. Bugün oynanan Konyaspor maçında da vardı. Deplasmana gelmiş hazretleri. Bu işin içinde bir iş var derken, öğrendim. Meğer hafta içi çıkmış haberi de yeni haberdar oluyorum ben. Demirören'in yeni listesinde olabilirmiş. Ernst transferinde 3 milyon euroyu o vermiş. Miş, mışla bir yere varamayız, yakında öğreniriz. Vardır bir çıkarı.

Yıldırım Demirören ne kadar lüzumsuz, yanlış, kirli adam varsa sokuyor kulübün içine. Ne çilesi varmış ki Beşiktaş'ın bir türlü bitmek bilmedi.

Bekleriz, Beklemesine de...


Sıkıcı maçlar listemize bir yenisini daha ekledi Beşiktaşımız sağolsun. 90 dk boyunca ne yapmaya çalıştık, nasıl bir mantıkla hareket ettik çözemedim. Sanırım kupa maçında edilen " 15 yıl bekledik daha önce, hiç farketmez bekleriz yine " tezahuratından güç almış gibiydi oyuncularımız. Nasıl olsa bekliyorlar mantığı ile sahaya çıkmışlar yine. Biz her daim bekleriz hiç sorun değil de, ruhsuzluk ve isteksizliğe dair bir sabrımız olduğunu sanmıyorum.

Bugün sahada maçı kazanmayı isteyen bir Beşiktaş yoktu. Maçla ilgili bir sürü teknik detay içeren cümleler kurulabilir, sistem, oyuncu tercihi vs, vs...Hiçbiri şu an ilgimi çekmiyor, çünkü Beşiktaş'ı bu halde görmek, sonuca gidemeyen halini izlemek çok can sıkıcı.

Konyaspor da hiç sevmediğim takım hüviyetinde. 3 İstanbul takımının formalarını bir süre giymiş oyuncularından kurulu toplama takımlardan hazetmiyorum. Veysel Cihan, İsmail Güldüren, Cihan Haspolatlı, Serhat Akın..Bunlara bir de Trabzonspor patentli Celaleddin eklenmiş. Bu tür kurulan takımlardan hangisi göze çarptı ki bu da çarpsın?! Her biri kendini ayrı ayrı iyi sanıyor. Ekstra birkaç cümle Veysel Cihan için. Beşiktaş'ta oynadı bu adam ne kadar ilginç, yarın birgün futbolu bıraktığında, kariyeri konuşulduğunda Beşiktaş'ta da oynadı denecek. Beşiktaş'ın ekmeğini belli bir süre de olsa yiyen Veysel, bugün nasıl da haketmediğini gösterdi hem o formayı, hem nicesini. Bir de kaptan yapmışlar bu adamı, lafta adam!

Konya'da takımımızı yalnız bırakmayan tüm Beşiktaşlılar'a canı gönülden teşekkürler.

Beşiktaş'ın şampiyon olamayacağını coşkuyla dile getiren Konyaspor taraftarına da şampiyonluk yolunda başarılar dileriz!

7 Şubat 2009 Cumartesi

Kalmasın Konya




Bu sezonki 3. deplasmanım için bu gece yola çıkıyoruz.

Sezonun ilk maçında çektiğimiz çileye rağmen Antalya'da maça girememiştik. İstanbuldan oldukça fazla otobüs kalkmıştı, çevre illerdende fazlaca katılım vardı. En az stad içi kadar stad dışıda doluydu yani. Ellerimizde biletlerle kameralara el sallamakla yetindik. 2-0 geriye düşüp maçı 3-2'ye çevirmemiz dışarıda kalmanın verdiği kızgınlıkla daha bir anlamlı olmuştu. Dışarıda gol sesini duyup kimin attığını anlamadan fazladan antalya gollerine sevinmemize rağmen...

Denizli yönetimindeki ilk maçımız olan Gençlerbirliği maçı ise yaşadığım en rahat ve keyifli deplasmanlardan biri olmuştu. Hem fazlaca arkadaşım gelmişti hemde yollarda hiçbir kötü durumla karşı karşıya kalmamıştık. İlk 15 dakikada gelen 3 gol cila gibiydi.

Antalya sezonun ilk maçıydı, Gençlerbirliği ise Mustafa Denizli yönetimindeki ilk maçımızdı.
Şimdi ise Ernst, Yusuf ve Erkan'lı , 2009 yılının deplasmandaki ilk lig maçına çıkacağız.
10 yıllık atkım ve sadece deplasmanda giydiğim gri-siyah formamla düşüyoruz Konya yollarına...
Rast gele .

6 Şubat 2009 Cuma

Sen Ne Güzelsin Ey Beşiktaş












15 yıl bekledik daha önce
Hiç farketmez bekleriz yine...

5 Şubat 2009 Perşembe

İbrahim Üzülmez


Senaryo

Akşam-Mekan Stad

İbrahim üzülmez topu rakipten kapar, kendi etrafında bir tur dönerek topu takım arkadaşına vermek isterken hatalı pas vererek rakibe atar. Rakipteki topa tekrar müdahele eder ve kazanır. 3 metre kadar topu sürerek sağ kanattaki arkadaşına uzun pas atar ama yine hatalı pas olmuştur ve top rakip takım oyuncusuna gider.

Süre : 45 saniye


Bu gerçekleşmiştir. 45 saniye içinde 2 kere kaptığı topu 2 kere hatalı pas olarak geri iade etmiştir. Ancak bunu gören gözler gol atan İbrahim Üzülmez'i de görmüştür.
Asist yapmaya 2 defa çok yaklaşmıştır. Birbiri ardına çalımlar yapmış, 3 futbolcu arasında ancak faule maruz kalarak topu kaptırmıştır.

İbo'ya yapılan göndermelerden en güzeli;
''İbo Delirdi Şampiyonluk İstiyor''

3 Şubat 2009 Salı

Transfer Sezonunun Ardından ...



-Aydın Karabulut kulübümüzde kalmış. Tekrardan bir adapte sorunu yaşamaz ve umarım kendisinden beklenen futbolu yönetimin suratına çarparcasına sergiler. Tabi ki Denizli faktörü de önemli burada. Üzülmez gerçeği ve yeni sorunumuz tazecik Serdar Özkan'ın performansından sonra , Ekrem'i sağ açık, Tello'yu sol bek, Aydın'ıda sol açığa yazdık kafamızda. Vaziyete göre Erkan, Serdar Özkan değişiklikleri. Hadi be Aydın diyoruz ve Yönetimin ayıbını tarihe not düşüyoruz.

-Nobre ile anlaşma sağlanamamış. Bir postta bahsetmiştim, -hangi çevirmen yabancı futbolcularımıza boş mukaveleye imza anlatmayı anlatabilir ? - ve yine Futbolun profosyonel yanı ben hep burdayım dercesine dikildi karşımıza. O forma kutsaldır nasip olmaz herkese diyoruz ama az hırslı bir futbolcu gördüğümüzde göklere çıkarıyoruz. Yinelemeye gerek var mıdır bilmiyorum ama Nobre'nin oyunu bana hep göz boyayıcı geliyor. Yetenekleri sınırlı ama mücadele ediyor. Tıpkı Baki gibi. Sınırlı yetenek ile mücadele birleşince sahadaki ilk 11'de olmasan bile gönüllerde ilk 11'e yerleşiyorsun. Bu şekilde baktığımızda taraftarın Nobre'yi sevmesini anlayabiliriz. Gel gör ki kontrat yenileme zamanı geldiğinde Siyah ile Beyaz kadar netleşiyor saflar. Her maç ilk 11'de oynadığından, hatırı sayılır bir gol oranına ulaştığından, e biraz da taraftar seviyor olunca, ben de isterim diyor Delgado kadar, biraz da can dostum menajerime. Şimdi yapma bunu Nobre, bak Batu göz kırpıyor bize. 3-4 haftaya kadar senin gol oranına ulaşırsa sen gelirsin sezon sonu verdiğiniz paraya razıyım diye. Beşiktaş'ta daha uzun yıllar oynamasını isterim ancak banko oyuncu değil. 70-75. dakikalarda girer oyuna, küsmeden tavır yapmadan atar gollerini yine.Olmadı sezon sonu Cisse yardım eder bavullarını toplamaya. Zaten kıllandım Antalya maçında, sadece Nobre ve Cisse kısa kollu forma giymişti. Önümüzde ki 16 lig maçında her türlü Nobre'yi izleyeceğiz orası ayrı.
2010-2011 sezonunda hücum hattında Batu-Bobo ikilisini görmek isim olarak çok şık duruyor.

-Stalker'de bahsetmiş Ernst'e ödenen paranın çok konuşulmasını. ( şairler parkında konuşmuştuk zaten kendisiyle ) 2,5 yılda ödenecek parayı hesapla taraftarın önüne malzeme koy aklınca. Bunu da yemez artık bu taraftar. Lincoln'e ödenen parayı hesaplayamadığınızdan vurun Ernst'e.
Futbola ve Beşiktaş'a sadece sizin yayın organlarınızdan bakan taraftar verdiğiniz zehirle Ernst'in hatalarında aldığı parayı ağzına sakız yapacak tabi ki. Ancak Şamarı yiyeceksiniz ERNeSTo'dan ... Şimdiden hazırlayın photoshopta Alman Panzeri manşetlerini .

Şu dakika itibariyle Ernst'in forma numarası resmi sitemizde 0 ( sıfır ) olarak gözüküyor.
Forma numarası belli değilse çentik at, çizgi çek sıfır ne lan ...

-Erkan'ın sadece 10 dakika kadar izleyebildik. Ekrem'in ilk hazırlık maçlarında ve ardından ligde ki ilk maçlarda heyecanlı futbolunu anımsatıyor. Heyecanını atlattıktan sonra Ekrem gibi bir performans sergilemesini beklemiyor değilim. Ama mevcut kadroda bu şartlarda nasıl forma imkanı bulabilir bilmiyorum.

Şu koltukların rahatına alışmasın hiçbir futbolcumuz ...

2 Şubat 2009 Pazartesi

maç sonrası taraftar demeci


- 1-0 olsun bizim olsun olsun olmasına ama içinde biraz da futbol olsun.

- oyun sistemi, organize atak, duran top taktiği.
antremanlarda bunlarla ilgili birşeyler yapılıyor mu acaba ?

- ekrem'den sol bek, hücumda tek forvet istemiyorum.

- tribün gerçekten iyice bunaldı. o kadar öylesine söyleniyor ki tezahuratlar bazen arka arkaya aynı besteler tekrarlanıyor.

-baki'den kalma olan tribünü hipodroma çevirme huyumuz ekrem ile yeniden su yüzüne çıktı.
lan heyecanlanır çocuk yapmayın, koşuyor, çabalıyor işte.

- ve eski açık tribün bunu da gördü. biletinde yazan yerde oturmalısın diye 45 yaşlarında bir amca, 70 yaşlarında bir dedeyi uyardı. 70'lik dede işte alırmı alttan. serde beşiktaşlılığın kralı var, kopardı yaygarayı. sonra barıştılar felan. devre arasında birbirlerine telefon numaralarını veriyorlardı. selamlaşarak ayrıldılar staddan.

-günün en güzel kısmı şairler parkı faslıydı. arkadaşım gelmişti üstelik. beraber en son tv'den 2-0 lık chelsea maçını izlemişiz. ilk defa stadda beraber maç izleyeceğiz, kendiside çok uzun yılalr sonra ilk defa stadda maç izleyecek ayrıca. önce şairler parkına götürdüm gözünü boyamak için. direk maça gitsek hayata küserdi zaten. ki bu dediğimi doğrular bir biçimde maçtan sonra ''beşiktaş çok kötü oynuyor moruk ama şairler pakında ki muhabbet güzeldi'' dedi.

İnat


Kendi evinde, üstelik de çoğu gün gibi yabancı oyuncu sayısında sıkıntı yaşamadığın bir günde tek forvetle sahaya çıkıyorsun. Hafta içi oynanan kupa maçında 2 gol atan Bobo'yu görmezden geliyorsun. Üstelik bu Bobo çok zaman benzerlerini yapmışken. Bunun adı da taktik, sistem, gereklilik olamaz. Ligin ilk yarısında süre alamadıkça ocakta satılır diye düşünüyordum. Elden çıkaramadılar. Şimdi yine forma şansı bulamıyor. Bir forvetin sahaya 11 çıkması için ne yapması lazım? Mevcut oynayan arkadaşlarından daha iyi durumda olması lazım. Peki Bobo, Nobre'den mi kötü, yoksa Holosko'dan mı?

Bu durum öyle bir hal aldı ki tribünler de dahil oldu tepkisini göstererek. Bobo kenarda iken kendisine edilen tezahuratlar sahadaki diğer oyuncuları etkiler. Daha doğrusu Nobre'yi etkiler. Ancak suçlu burada taraftar değil. Şöyle bir geriye bakınca tablo net. Denizlispor'a gol atamıyoruz, onlar kendi kalesine atıyor; Antalya kupa maçında Bobo 2 tane atıyor; bu gece Tello atıyor. Tello'nun attığı da zaten kişisel becerisi, organize olan bir atak sonucu değil.

Beşiktaş'ın konuşacak, eleştirilecek, dertlenecek çok şeyi var ne yazık ki. Bir tanesi de özkaynak hadisesi. Biz taraftar olarak özkaynak diyoruz ancak yönetim bunu kafasından çoktan sildi farkındayız. Mevcut özkaynak oyuncusu da sanırım yeterli buluyor kendini. Serdar Özkan şu hali ile yedek bile olamaz. Bu da acımasızca bir eleştiri değil, hakikatin kendisi. Mevcut yeteneklerini kullanmak, sürekli kendini geliştirmek yerine gerileyen bir Serdar var. Serdar'ı birileri kandırmış sen oldun diye.

Gökhan Zan...Ayrı bir yazıyı hakediyor. Ama O, Beşiktaş'ı haketmiyor.

Şifo Mehmet'i tebrik edelim, bugün sahaya altyapıdan bir genci koymakta tereddüt etmediği için.