30 Aralık 2009 Çarşamba

Mutlu Yıllar


Herkese mutlu, sağlıklı seneler. Arzuladığımız, özlediğimiz Beşiktaş'a kavuşmanın senesi olur umarım.

24 Aralık 2009 Perşembe

Haydi Seba'ya

27/12/2009
Süleyman Seba Spor Salonu
15:30

Beşiktaş, futbol takımından ibaret değildir.

Kısa Kısa


- İlk yarı boyunca nedense bir türlü iyileşipte kadroya giremeyen Batuhan Eskişehir'e kiralık verilecek gibi. En az 8 golü yine garanti. Bizim golcülerden hiçbiri o rakama ulaşamayacak tabi ki.

- Serdar Kurtuluş'u Türk futboluna kazandıran Denizli'nin yeni armağanı Serdar Özkan. En iyi ihtimal Kiralık verilecek.

- Ah be Çocuk, Heyecan yaptı heyecan dedi milyonlarca Beşiktaş taraftarı Korcan'ın hataları karşısında. İllet.com.tr genç kaleciyi bitirme seanslarına başladıysa da taraftara sökmedi manşetleri.

- Başka Semtin Çocukları. Memleketin prototip halinin sinemaya yansıması. Filmin post aşamasında yarım yamalak izlemiştim ancak bu kadar iyi olduğunu farketmemiştim.

- Cm 2010'da 2027 yılına kadar gelmiştim. 34 tane kupa, içinde CL ve Süper Kupa'da var. Windows 7'ye geçelim dedik Cm'yi backup alarak. Windows 7 ise 34 kupayı hiçe sayarak Cm'yi save dosyalarıyla açmamakta direniyor. 34 Kupayu Unutma Vefasızlık yapma diyeceğimde Windows 7 fena bir işletim sistemi. Sil baştan başlayamıyorum Cm'ye. Bahane oldu Windows 7.

- Tv izlemem hele dizi hiç izlemem. Ama bu aralar Geniş Aile'ye sardım. Ne dehşet birşey yahu. Al sana memleket orjinli dizi.

- Hare markalı Türk kahveli-kremalı likör Tekel'in şimdiye kadar yaptığı en iyi iş. Tam bilgisayar başı içeceği.

- İstanbul trafiği bitsin ama lütfen bitsin.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Mustafa Denizli



Dün maç sonu açıklamasından

'' düşündüğümüzün 5 puan gerisindeyiz''

Düşün adamı Denizli. İddaa oynar gibi Beşiktaş'ın maçlarına puan hesaplamakla oluyor mu bu işler ? Bu söylemi son zamanlarda iyice fazla kullanmaya başladı. Öte yandan takımı taktik olarak asla üst kademeye taşımadığını görmek için 2 maç yeter. Ersnt'in olmadığı Wolfsburg maçı, Ferrari'nin sakatlanıp çıktığı Bursa maçı. Bonus olarak ise dizilişi değiştirdiği Trabzon maçıda hatıralardan pek kolay çıkmayacak. Bu 3 maç üzerinden baktığımızda takımın aldığı galibiyet serisine Denizli'nin başarısı olarak görmüyorum. Futbolcuların bireysel yetenekleri ve özverileri.
Takımın Avrupalı marabaları Ernst ve Ferrari bu takımın yarısı ediyor.
Üzülmez adeta İsmail ile forma savaşına girmiş.
Bobo 2 kaçırsa 1 atıyor. Ama en önemlisi gol posizyonuna girebiliyor.
Fink ancak Ernst ile Sivok ise Ferrari ile birlikte iyi ikili olurmuş. Ernst ve Ferrari oynadıkça Fink ve Sivok'un performansı iyi gözüküyor.

Gel gelelim taktik olarak ne yapıyor bu takım.
Topu kanatlara taşıyamayan Beşiktaş, Duran top organizasyonu olmayan Beşiktaş.
Organize gelemeyen Beşiktaş, Dikine çıkamayan Beşiktaş.
Denizli'nin yapması gerekenler ve yapamadıkları bunlardır.
Bursa maçında Yusuf hamlesi ekşi sözlükte ''hayata dair iç burkan detaylar'' a girecek cinsten.
Yusuf ilerde top tutacak(mış). Yusuf yedek kulubesinde topu elinde tutamayacak kadar kendinden geçmiş iken kurtarıcı olarak sahaya sürülüyor. Buradan bir cut geçiş yapalım. Denizli'nin 4 gün önceki açıklamalarından.

''Bu takımda sezon biterken sürekli oynayan gençleri göreceksiniz''
Kulağa hoş gelen bir söylem ama Denizli gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda pek inandırıcılığı yok. Kendisinin şimdiye kadar ülke futboluna kazandırdığı futbolcu var mı bilmiyorum. Bir de tabi ki bu cümlenin başına bakalım.

''üst sıraları yakalama amacında oldukları için son haftalarda genç futbolculara şans veremediklerini ifade ederek, ligin ikinci yarısında onlardan da faydalanacağını söyledi.''
Beşiktaş ligin ikinci yarısında Şamiyonluğu garantilemiş mi olacak ki genç futbolcular kadroda yer bulabilecek ? Ya da şamiyonluğa erkenden veda edeceğimizi mi kestiriyorda gençlere kadroda yer verecek ? Ve en önemlisi de kadronun 22'ye ineceğini söylemesi. Rıdvan'ı , Necip'i kadroda tutarak mı ?


Kendi söylemleriyle çelişen, bırakın uzun vadeli planlar üzerinde çalışmayı, 1 maçlık taktik yapmaya bile gerek duymayan bir hoca haline geldi Denizli. Dün maç içinde hakemle konuşmuştur, birkaç maç sonra basın toplantısında ilk olarak hakemleri konuşmaya bile başlayabilir. Başkanlık seçimlerinin kendisi için pek önem teşkil etmediğini belirtti. Başkan değişmesi durumunda 2 ihtimal vardır. Ya Denizli istifasını verir ya da yeni yönetim Denizli'den istifasını ister. Ağzından düşürmediği Çeşme'sine erkenden kavuşur. Yusuf'a da bir oda açsın evinde. Romatizmaları azmış garibimin iyice.

17 Aralık 2009 Perşembe

Firefox Maç Sonuçları Eklentisi

FootieFox eklentisi ile 200 tane lig 60 tane ülkenin maç sonuçlarını kicker.de aracılığıyla canlı olarak görebiliyorsunuz. Kurulumu tamamladıktan sonra istediğiniz ligleri seçiyorsunuz. Sayfanın sağ alt köşesinde barınarak hizmet veriyorlar.
Browserlar arası eklenti rekabeti sağolsun.
Faydalanmak için buradan.

Masum Bursa Taraftarı


Üzülmemek elde değil.
Şehirlerinde her renk ve takımın olmasına saygı duyan değerli Bursa taraftarları terbiyeli bir deplasman yapamayacak. (!!!)

Neden herşeye bu kadar masumane bir çerçevede bakılıyor. Daha 2 ay önce sadece bursa otogarında mola veren bir otobüsteki Beşiktaş taraftarını döven Bursalılar değil mi ?
Adana'da oynanan maçta bizim taraftarın arasına girip çoluk-çocuğa saldıran bunlar değil mi ?
Bir gazetenin haftasonu ekine '' yolda siyah-beyaz inek gördük, sinirlenip oracıkta kestik'' diye demeç veren hangi takımın tribün lideri ? Bu örnekleri sadece ulusal medyadan takip ettiğimiz kadar biliyoruz. Bir de medyaya yansımayanlar vardır.

Emniyet'in yaptığı ya da yapamadığı eleştirilecek bir durumdur. Ama bunu yaparken bu kavga bitsin demek cahilliktir. Hangi kavga bitsin ? Ortada bir düşmanlık varsa bu Bursa taraftarının paranoyaları sonucu Beşiktaş'a olan düşmanlığıdır. Beşiktaş taraftarı ise Bursa'nın bu oyununa gelmez. Beşiktaş'ın rakibi değildir bir kere Bursa. Bunu belirleyen ligdeki konum felan da değildir.

Gören-duyan sanacak ki bursa taraftarı delikanlı gibi gelecek takımını destekleyecek gidecek. Böyle bir amaçları varsa zaten belli ederlerdi. Şehirlerinde ne zaman ki insanlar formalarıyla-atkılarıyla rahatça dolaşırlarsa o zaman niyetlerini belli etmiş olur bu takımın taraftarı.

En iyi senaryo ihtimalini yazayım. Önümüzde ki senelerde Bursa taraftarının inönüye gelmesine izin çıktı ve Beşiktaş Bursa'yı yendi. Ertesi gün Bursa'da ki Beşiktaşlıları nasıl bir gün bekler ? Buna düzgün bir cevap verilebiliyorsa Bursa taraftarı yarın gelsin İnönü'ye.

Bir büyüğümüz güzel bir söz söylemiş ''Nefret bizim gıdamız olamaz'' diye. Nefret bizim gıdamız olamayacağı gibi gıdası Nefret olana da sevgi ve saygı ile yaklaşamayız.




14 Aralık 2009 Pazartesi

Manisaspor Deplasmanı


Bir önceki mesajda temsili foto koymuştum. Şimdi ise gittim, gördüm, yedim diyorum. Maça dair söyleyecek pek fazla şeyim yok. Bobo harika bir gol attı. Defalarca tekrarı sıkılmadan izlenebilecek bir gol, her golcünün atamayacağı türden bir gol. Geri kalan kısımda müthiş soğuk aklımda daha çok yer etmiş.

Biz maçı donarak izledik, Mustafa hoca da izledi sağolsun.

Manisa'ya Smyrnian Kiwi ve muhteşem şoförümüz Eser ile gittik. Gözümüz soğuktan nasıl korktu ise iner inmez bir süre sadece havadan konuştuğumuzu anımsıyorum. Bilet sorunu da ortadan kaldırıldıktan sonra asli hedefimize yöneldik. Hayır, sanki ilk defa mereti yiyeceğiz. Nasıl bir mutluluk hali. Güzeldi arkadaşlar, valla güzeldi:)

Güneşin yok olduğu vakitlerde diğer şehirlerden gelenlerin sayısı arttı. Antalya, İstanbul, Denizli...Deplasmanların en sevdiğim yanı bu. Araçlardan iner inmez birbirlerine sarılan insanlar.

Sonrasında içeri girmek çileliydi. Üstelik biz içeri girdikten sonra daha da fena şeyler yaşanmış. Sorumlusu da Manisa emniyeti. İnsanları balık istifi gibi bekletmek ile ellerine ne geçti acaba? İçeriye girdiğimizde beklediğimden daha fazla bir kalabalık vardı. Maça doğru sayı iyice de arttı. Ancak bugüne kadar şahit olduğum en kötü birkaç tribünden biriydi. Maç öncesi dışarda türlü türlü beste söyleyip, bolca küfür eden şahıslar içeri girince sessiz kalmayı yeğelemişlerdi. Bir de bunların maç boyunca susup, maç bittikten sonra bağıran versiyonları var, o da ayrı bir güzel. Tabi keşke sadece bu olsa. Bir de düzenli olarak küfür eden arkadaşlar var. Onları acaba ne mutlu ediyor diye düşünüyorum. Oyuncu ayağına topu alır almaz eylem adamı oluyorlar. Ne yazık ki bu şahısların sayıları artıyor. Bu sadece Beşiktaş tribünlerinin değil, her tribünün sorunu. Sadece skor tabelası ile ilgilenen, rüzgar ne yönden eserse o tarafta olmayı seçen ve bunun adına Beşiktaşlılık diyen. Dün akşam öyle örnekler vardı ki bu konuyla ilgili. Hakikaten buraya yazmaya utanıyorum.

Maç sonunda bozuk olan keyfin mezesi de soğuk hava oldu. 2 sene önceki deplasmanı düşününce tek hatırladığım bu berbat havaydı. Yine aynı şey oldu. Tabanlarımı alıp götürmüşler, benim haberim yokmuş. Eldiven içinde olmasına rağmen parmaklarımı da almışlar meğerse. (Eldiven al çağırılarına dikkate almayan, ben üşümemcilere selam:)

Dönüşte eve servis ile tam hizmet veren Eser kaptan ile, montuyla Manisa sokaklarında cengaverlik yapan kardeşim Smyrnian Kiwi'ye teşekkürler. Çok güzel bir deplasman oldu.

Tek atkı ile gittim, toplamda 4 atkı ile döndüm. O da ayrı bir güzeldi.

13 Aralık 2009 Pazar

Bu Hafta Türk Hakemleri Şerefli

Dün öğlenden beri hasta yattığım için ancak bakabildim maç sonuçlarına-yorumlarına. Hiç kimse hakem için atıp tutmamış. 2 gün önceki maçtan sonrada kimse hakem hakkında yazı yazmamıştı.

Hakem hatalarından Türk futbolu kurtuldu mu ? Daha temiz bir lig mi oldu artık ?
Geçen hafta futbolcusundan- kulüp başkanına koparılan yaygara giden 3 puanlar için değildir de nedir ?
Sizin toplarınız karşı kalenin çizgisini geçiyorsa hakemler şerefli. Çizginizi geçen topları hakemler görmüyorsa şerefli. Olmayan kornerlerden attığınız goller olunca hakemler şerefli. Sizin korneriniz verilmeyince hakemler şerefsiz.

Sizin şeref kavramınız kendi şerefiniz kadar.

12 Aralık 2009 Cumartesi

11 Aralık 2009 Cuma

Mühendis Oktay- Anma / 13 Aralık 2009


"Bir cinayeti bütün ayrıntılarıyla izledikten sonra yaşamınız eskisi gibi kalamaz. Hele bu cinayet bir futbol karşılaşmasının sonrasında gerçekleşmişse, siz farkına varmasanız da, futbol tutkunuz bu başkalaşmadan payını fazlasıyla alır. Birkaç adım ötenizde, birkaç dakikada olup biten dehşetengiz bir şiddet gösterisi, insanlığınızdan utandırır. Duyduğunuz çaresizlik tüm kâinatı sarsacak denli uçsuzdur."

Beşiktaşlı mühendis Oktay Akdemir'in bir grup Galatasaraylılar tarafindan 1991 yilinin Subat ayinda öldürülmesinin tek tanığı olarak mahkemeye çıkmaktan kaçınmayan Baris Tut boyle anlatir olayi. Ve ekler:

"Bir anda binlerce insan doluştu Mecidiyeköy caddelerine. Önce Beşiktaş taraftarı çıktı dışarıya. Kalabalığın arasına karışarak buluşma noktasına gittim. Epey sonra Galatasaray taraftarları göründü. Süreyya erken davrananların arasında, çabucak geldi sözleştiğimiz yere. Geldiğimiz gibi, yürüyerek dönmeye karar verdik.

Biraz arkamızda yaklaşık elli kişilik bir gurup, ellerinde sopalar ve demir çubuklarla küfürler ederek ilerliyordu. Gurubun liderliğini uzun boylu, sarışın ve yüzünü atkıyla örtmüş bir genç yapıyordu.
Elinde kalas gibi kalın bir sopa vardı. Arkamızdan geldiklerini bilerek, ama hızlanmadan, dikkatle yürüyüşümüzü sürdürdük. Şişli yolu üzerindeki bir durakta, demirlere yaslanmış sessizce duran genç bir adama şöyle bir gözümüz takılmıştı ama hemen arkamızdan gelen ve artık yoldan geçen araçları taciz etmeye başlayan gurup ona vahşi hayvanlar gibi saldırdı. Sopalar çoktan yere serilmiş adamın üzerine inip kalkıyordu. Adamın hareketsiz duran bedenine sayamadığımız kadar çok tekme indirdikten sonra çemberi genişlettiler. Sarışın genç, elindeki sopayla son darbeyi vurduktan sonra, izlendiğinin bütünüyle bilincinde olarak, başını kaldırdı ve çevresini süzdü. O nefretle bakan gaddar gözleri unutmak kolay olmayacaktı..."

Barış Tut
"Futbol Nedir ki" , Shf 102.

"Siyah-Beyaz renklere sarılsın naaşım, sana binlerce Oktay feda Beşiktaşım"

13 Aralık 2009 Pazar
Saat: 14:00
Nakkaştepe Mezarlığı

Yerel Basında Bir Fenerli

Teşekkürler Çarşı
07.12.2009

Durun, hemen yargısız infaz yapmayın. Aslolan hayat ise, turizm hayatın atardamarı, futbol toplardamarıdır. Değilse, her kış binlerce takımın gelip Antalya’da kamp yapmasına ne diyeceksiniz?

Ya da, onlarca otelin, son birkaç yılda bahçesine bir futbol sahası kondurmasına?

Ne demiş Simon Cuper;

“ Futbol asla sadece futbol değildir”.

**

Uzun bir süre görmezden geldim, aldırmadım. Çünkü fanatik bir Fenerbahçe taraftarıyım. Sen de rakip takımın taraftarısın.

Arada bir, seslendirdiğin sloganların, tezahüratların içten içe hayranı olmadığımı söyleyemem.

İçimden, kimsenin duyamayacağı bir fısıltı ile “ budur” dediğim olmuştur.

İtiraf edeyim, şu slogan senin yaratıcı emeğinin ürünü;

'Alemde iki büyük vardır, birisi 70’lik rakı, diğeri Beşiktaş’.

Gerçekten de budur! Hatta “buyur, buradan yak!”

Kısa, öz, anlamlı ve çarpıcı. Helal olsun.

BİR İLKBAHAR SABAHI
SOPAYLA UYANDIN MI HİÇ?
ÇILGIN GİBİ KAÇARAK
MAÇKA’YA UZANDIN MI HİÇ
?

Şiddete karşıyım, ama sizin söyleminizde, şiddet bile insanın sinirlerini gevşeten doğal bir mizah sosuna bulanabiliyor. Şiddeti bile sevdireceksiniz neredeyse…

Ama, hayır!

Yapmayın. Sadece sözde kalsın.

Yarı ciddi yarı şaka bir duruştan öteye gitmesin ne olur.

Ortega’nın Fenerbahçe’de oynadığı sezon, sarı/lacivert forma ile Saraçoğlu’na kadar gelip, “ bilet bulamadık, içeri giremiyoruz” diyerek, bizimkilerin eline ‘Cobarde Galina Ortega’ pankartını tutuşturmanız, Ortega’nın, sarı lacivert tribünlerde ‘korkak tavuk Ortega’ yı okumasını sağlamak az buz fırlamalık değildi.

Dilim en ağır küfürleri seslendirse de heyhat, içimden “vay be” dedim.

Irak savaşı sırasında, mitinglerde açtığınız ‘Beşiktaş’ lıyız. Savaşa karşıyız’ pankartınızı okuduğumda, tribünlerde haykırdığınız ‘ Amerikan şahinlerine karşı Karakartallar’ sloganını duyduğumda, beynimdeki hayranlık noktaları tahrik olmadı, demek ikiyüzlülük olur.

Sarı Lacivert camia ne der kaygısı ağır bastı, kimse ile paylaşamadım, ama kendi kendime itiraf ettim, helal olsun dedim.


Bizimkiler ve Galatasaray’ lılar, futbolun yeşil sahalardaki tepişmeden ibaret olduğu saplantısı ile tribünlerden hayatın içine taşamayan bağırış, çağırışlarla ses tellerini yıpratırken, bir baktım, Nazım Hikmet’in ‘aslolan hayattır’ının arkasına ‘Hayat da Beşiktaş’ı ekleyivermişsiniz.

Ne denir?

Komşu’nun bahçesinden elma araklamaya girmişiz, mahallenin çelimsiz çocuğu en iri, en dolgun elmaları indirirken, bahtına çürük çarık birkaç elma düşmüş bir çocuğunkine benzer duygularla kahroldum.

Kuzum, bu farklılık nereden?

İçinizden taşan bu yaratıcı fırlamalığı besleyen damar nerelere uzanıyor?

Sadece varoşlar, desem mümkün değil, zira biliyorum ki içinizde doçent de var, Avukat da, Mühendis de…

Sınıfsız toplumu hayata geçirdiğiniz bile söylenebilir.

Bir işsiz ile bir işadamı ortak payda da buluşabiliyor ise, söylenecek tek şey var.

Siz futbol evreninin nirvanasına ulaşmışsınız.

Ve bir gün Pop’un ahir zaman peygamberi Michael Jackson öldü.

Sizin sınır tanımaz cinliğiniz de tavana vurdu.

‘ Hayatının yarısını siyah, yarısını beyaz yaşayan büyük Beşiktaş’lı Michael Jackson, ruhun şadolsun’ pankartınızı gördüm…

Bittim.

Ruhen... Fiziken bittim.

Kalbimde, ısrarla varlığını korumaya çalışan Çarşı karşıtı barikatlar tuzla buz oldu.

Bu mesajı, kalıcı bir veda öncesi Dünyanın çevresini son kez turalayan Michael Jackson’un ruhunun da okuduğundan ve sonsuzluğa vardığında, o tarafa göçmüş ne kadar gizli, açık fırlama varsa hepsine anlatacağından eminim.

Hepsinin “Vay kitapsızlar vay” diyeceğinden de…

Ama benim teşekkürüm bunlar için değil…

4 Aralık 2009 Cuma gecesi. Beşiktaş-Diyarbakırspor maçı öncesi…

Bir hareketiniz ve bir sözünüz, aklımı, ruhumu kemiren korkuları sildi süpürdü. İç savaşı körükleyenlerin de heveslerini kursaklarında bıraktı, bundan eminim.

Siz ki, o akşam ‘ırkçılığa karşıyız, Beşiktaş’lıyız’ dediniz ya…

Binlerce kilometre öteden, sadece futbol oynamak için gelen 11 delikanlıyı bağrınıza bastınız ya…

Her kentte küfürlerle, hakaretlerle karşılanan bu ekmek kavgasındaki çocukları, Beşiktaşlı futbolcularla el ele çağırıp alkışladınız ya…

Helal olsun size.

Bir kere daha ve sizin sayenizde inandım ki, Türkiye yavaş yavaş uyanan, uyandıkça gücünün farkına varan, on, yirmi, otuz değil, yüzlerce kültüre, cemaate, inanca, imana, tercihe, siyasi görüşe Vatan olabilecek bir devdir.

Ama, kusura bakmayın.

Bu Ülkede eşini, siyasi görüşünü, tercihini değiştirene bile bir şey demiyorlar.

Gelgelelim, çocuklukta yaptığı taraftarlık tercihini değiştirene ‘dönek’ yaftasını hemen ve sorgusuz, sualsiz yapıştırıyorlar.

Bunu göze alamam.

Hücrelerim sarı lacivert.

Bu iki rengin yanına ne siyah, ne beyaz eklenebilir. Biososyal genetiğim bozulur.

Bizimkiler bunu hissettikleri anda sosyal linç beni bekler.

Ama, çok daha derinlerde bir yerde Çarşı sempatisi bir rezerv olarak kalacak.

Sağolun güzel insanlar.


Adil Gürkan
http://www.antalyabugun.com/?page=makale&MID=6909

Kısmetse 1 Ay Sonra

9 Aralık 2009 Çarşamba

Şanssızmışız. Ben demedim O dedi


Yenilip elenmemize rağmen maç sonu hüzünlü taraftarımız yok gibiydi. Herkes böyle bir sonucu tahmin ediyordu. Bir ara tezahuratlarla bunu destekledik zaten. Uefa'yı boşverin ( argosuyla) saldırın diyerek. Sinirler laçka olmuş, umut desen rakip takım defanslarının kıçına başına değen toplardan medet umar olmuşuz. Olmadı sağlık olsun.

Sahaya çıkan kadroya baktığımızda Denizli'nin Beşiktaşla ilk maçı olsa anlardım. Ama 1 senedir bu takımın başında. Kanat oyuncusu koy iki tane; Ekrem ve Tello. Bu adamların ortaladığı toplarla Bobo tehlikeler yaratsın. Lakin önce Ekrem'e orta açmayı öğretmek gerekiyor, Tello'ya ise kornerlerin ön direğe kullanma mecburiyeti olmadığını. Kanat futbolu oynamak istiyorsan bu 2 adamla sınıfta kalırsınız. Tello bir nebze topla içeriye ilerleyebiliyor ama Ekrem onu yaparken genelde topu rakibine kaptırmış oluyor.

Toraman ile maçı başlamayı bir şekilde anlayabiliyorum. Kondisyon olarak çok daha iyi durumda olan bir takımı önce durdurmayı düşünebilirsin. Ama galip gelmen gereken bir maç ise Fink-Uğur yerine Toraman-Uğur değişikliğini yapmak sanki daha mantıklı gibi duruyor.

Formda golcümüz Nobre'nin girmesiyle bulduğumuz gol posizyonlarını ben sayamadım. Batuhan Nobre'yi izlesinde birşeyler öğrensin. Nasıl golcü olunmaz'ı öğrenebilir mesela. Bir kaç maçtır Nobre'nin artık hava toplarını bile alamamasına ayar olmuş vaziyettim. Bugün bir hava topu mücadelesini kazandığında baya şaşırdım. Akabinde hakem Nobre'nin faul yaparak topu aldığına kanaat getirdi. Nobre'nin kaç maçtır gol atamadığı artık bir istatistik değeri taşımıyor. Nobre'nin en son ne zaman top indirdiği araştırılsın.

Kaş ilk geldiğinde takıma birden adapte olamamıştı. Kenara fazla yapışık oynuyor. İleriye çıkışlarında kaptırdığı toplarla kontra ataklara davetiye çıkarıyordu. Bugün yine onun çıktığı bir posizyonda kaptırdığı topla ilk golü yedik. Ernst'in pasının yetersiz olmasından topa ilk müdaheleyi yapamadı. Ama ben genel olarak Kaş'ın oyununu beğeniyorum. Kendini biraz daha geliştirdiğinde Getafe'nin ilk 11'inde kendine yer bulabilir. Formu sürekli yükselen oyuncunun Kiralık olması çok acı. Üstelik senden bedava gidip Kiraladığın bir altyapı topçun olduğu zaman.

Hoca maç sonu Şanssızdık demiş. Evet hocam Beşiktaş taraftarı olarak Şans kelimesine pek aşina değiliz. Şans ile yürüseydi bu işler takımın başına Tayfur'u Şifo'yu koyardık. Senin kadar tecrübeli (!) bir hocaya gerek duymaz. Şansımızla ilerlerdik.

Bu arada Manu'nun B (?) takımı Wolfsburg'a 3 atmış. Çok muhterem basın ve sanal alem futbol bilginleri bunuda yazsın.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Soru ? Hem de hediyeli.

Beşiktaş'ın hangi golcüsünün bu sezon türkcell Süper Ligde gol atan 133 oyuncudan daha az golü vardır ? Ödül olarak birşey vermiyoruz ama isterseniz alıyoruz. O golcünün ilk 11'de olduğu bir maçı sizin biletinizle ya da kombinenizle sizin yerinize antidepresan kullanan bir Beşiktaşlı kardeşimize izleteceğiz. Sinir sitemi yıprananlar hadi cevaplayın.

4 Aralık 2009 Cuma

Forvetsiz Mücadele


Maç öncesi stadda yaşananlar mutluluk verici. Gittikleri birçok yerde sözsel ve fiili olarak saldırıya uğrayan Diyarbakırspor takımı ve taraftarlarına gösterilen ilgi takdir edilesi bana göre. Tribünün bir süredir içinde bulunduğu sıkıntılar yüzünden "acaba" endişesi taşıyordum. Ancak Şeref Bey başka yerlere benzemediğini bir kez daha gösterdiği için huzurluyum.

Maçtan önce Ziya Hoca'nın takımı bize karşı başka hazırlayacağını ve sert futbol oynayacaklarını tahmin etmeme karşın rahattım açıkcası. İlk yarı atılacak bir gol ile ikinci yarıyı çok daha rahat geçireceğimizi düşünüyordum. Ta ki kadroyu öğrenene kadar. Aynı duyguyu en son kendi evimizdeki Wolfsburg maçında yaşamıştım. Kadroyu duyana kadar umudum tavan iken, Ernst'in sahada yer almayacak oluşunu öğrenmemle yerle bir olmuştu tüm umudum. Bugün de sahada Nobre'nin olduğunu, üstelik tek forvet olduğunu öğrenince yıkıldım. Yıkıldım kelimesi burada mübalağa olsun diye kullanılmıyor. Hakikaten yıkıldım, bir an maçı izlemek bile gelmedi içimden.

Beşiktaş gibi bir takım kendi evinde, üstelik Diyarbakırspor gibi kendisiyle eşit güçte olmayan bir takımla mücadele ederken, tek forvetle çıkıyorsa, üstelik bu forvet Nobre ise bana göre sorun vardır. Mart ayından beri gol atamayan sözde bir forvet oyuncusu -ki burada sadece mart ayından beri gol atamaması baz alınmamıştır. Nobre'nin bir forvet olarak sezonları hangi rakamla kapadığı da dikkate alınmıştır.- Beşiktaş'ın rakibine üstünlük sağlaması için ileri uçta tek başına.

Hocanın Nobre tercihi kadar Yusuf tercihi de yanlıştı. Geçen sene hepimiz ağız bükmüştük Yusuf'a. Yusuf, hepimizi şaşırtan bir performans ortaya koymuş ve çifte kupanın kazanılmasında büyük katkıda bulunmuştu. Bu sene de hocanın benzer performansı beklemesi çok yanlış. Yusuf, Beşiktaş'a vereceği katkıyı en üst seviyede verdi. Daha fazlasını beklemek hayalperestlik. Bundan sonra Yusuf'un vereceği katkı, önde olduğumuz mücadelelerde son 15-20 dakika oyuna girip, ayağında top tutup, takımı rahatlatmaktır. Bunu da her takıma karşı yapamazsınız. Ayrıca sert geçeceğini bildiğiniz oyunda ilk tercihiniz Yusuf olmamalıdır.

Yolunda giden takımı ne kadar az kurcalarsa o kadar iyi demiştik Mustafa Denizli için. Hoca, oyuncu dinlendirmek adı altında bu akşam böyle bir kadroyla çıkarak puan kaybına neden oldu. Sonlara doğru gol bulabilmek için Fink'i de oyundan alınca orta sahamız düştü ve kalemizde neredeyse gol görmemize sebep oluyordu. Bu vesile ile Ernst-Fink ikilisinin takımda nasıl önemli bir yere sahip olduğunu bir kez daha gördük. İnşallah Mustafa Hoca da görmüştür.

Nobresiz günler dilerim...

3 Aralık 2009 Perşembe

2 Aralık 2009 Çarşamba

Basın Dediğin ...



2 yıllık Radyo-tv meslek yüksekokulu mezunuyum. Fotoğrafçılık-Gazetecilik-Habercilik-Sinema-Kurgu derslerinin tümünü aldım. Okulda iken tam olarak karar vermemiştim sinema mı yoksa habercilik mesleklerinde çalışacağım hakkında. Daha sonra bir şekilde haberciliğe bulaşmaya karar verdik. CnnTürk ile başlayıp Birgün gazetesi ile devam eden bir haberci olma serüvenim oldu. Cnn'de barınmam için önkoşullardan hiçbirine sahip değildim.

- Bayan değildim. Erkek muhabirler beni yanında habere götürsün.
-Dayım,amcam,eniştem çalışmıyordu orada. Torpilim yoktu.
-Azim, yetenek, fikri takip konularında yeterli olmam pek değer teşkil etmiyordu.

Bu son maddeyi bir örnek ile açıklamam gerekirse. Topkapı sarayının surları 1 hafta içinde 2. kez aşılarak hırsızlık teşebbüsünde bulunulmuştu. 1. hırsızlık haberini yapan muhabir ile 2.yi yapan kişiler farklıydı. 2. hırsızlık haberini yapan kişi bu bir ilkmiş gibi yayınlayacaktı haberi. Ta ki ben uyarana kadar. Haaa öyle mi ? deyip geçiştirecek kadar da mütavazidirler.

Cnn'de 2 yıldır staj yapanları gördükten sonra ve ortamın beni haberciden çok yapsa yapsa piyasanın kaşarı yapacağını düşünerek 2. haftada stajı bıraktım.

Birgün'de ise staja başladıktan sonra 2.gün habere çıkmış. 3. günden itibaren yaptığım haberler gazetede yayınlanmaya başlamıştı. Tecrübeli muhabir arkadaşlar Anadolu ajansından aldıkları haberleri düzenleyip yayınlarken ben Taksim'de basın açıklaması, eylem peşinde koşuyordum. Elimde sadece 5 megapiksellik bir fotoğraf makinası var. Basın kartım ise yok. Dahası çıktığım haberler için yol parası bile alamıyordum. Gönüllü muhabirlik yapmak için cebim fazla hafifti. 1 ay sonra Birgün'le ve dolayısıyla habercilikle ilişkimi kestim. Koşullar biraz tatmin edici olsaydı açıkçası Birgün'de devam etmek isterdim.


Her iletişim okulunda anlatılanlardan hiç değişmez 2 konu vardır. Birçok köşe yazarıda ara sıra yazarlar bunu. Filmlere bile girmiştir. Hoca derse girip tahtaya bir harf yazar. Sonra başlar dersi anlatmaya. Ders bitti sorusu olan var mı ? der. Kimse soru sormaz. Hoca haberciliğin ilk dersi bu harftir diyerek tahtayı gösterir. Aranızdan hiçkimse bu harfi merak etmedi. Merak'lı olmalıdır haberci.
Diğerkonu ise köpek-insan ilişkisi. İnsan köpeği ısırmalıdır. Ancak o zaman haber değeri taşır çünkü.

Biz okuldayken Irak'ta işgal devam ediyordu. Ama ulusal basın bunu savaş olarak sayfalarına taşıyordu. Amerikan askerleri Iraklı teröristler tarafından öldürülüyor. Iraklılar ise kendiliğinden ölüyordu. Neredeyse her gazetede aynıydı bu '' 2 ıraklı öldü 5 Abd askeri öldürüldü''. Sadece şıu cümle Türkiye basınının durumunu göstermek için yeterlidir. Geçen haftaki iş bırakma eylemini '' halk mağdur oldu yollarda kaldı, isyan etti'' diyerek yayınlıyor. Neden iş bırakma eylemi yapıldığını söyleme gereği duymuyorlardı. Hatta bir haber kanalı ve o kanalın anchorman denilen şahsiyeti ''Dünya emlak kralının kızı İstanbul'a geldi bizim anchormanda ona şaka yaptı'' diye bir haber bile yayınlayabiliyordu. Bu halk bu kadar yitirmişmiydi acaba beynini. Şu haber bültenlerinin-gazetelerin kime neye ne amaçla hizmet ettiğini görmüyorlar mıydı ?

Damat kontenjanından gazeteci olan eski popçular diyarında gazetelerin spor sayfalarının sürmanşetlerini '' Beşiktaş tribünlerinde savaş çıkacak olm'' diyebilecek kalitesizlikte haberler çıkması pek doğaldır. Maç günü küçücük bir kavga çıkmasa bile sorun değildir. Çünkü ilk haber eski niteliği taşır artık.

Habercilikte ısrarlı olmadık ama sinema konusunda devam edebildik. 2 sektöründe içine girmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki sinema'da kurgular çok daha gerçekçi. Haber kurguları ise Holywood ile kapışacak kalite (!) ve kalifiye elemana sahip. Bir dizide 30.bölüm önceki durum ve olayın devamlılığını sağlamak zorundasın. Ama gazetelerde hergün bir kurgu yaratabilirsin.

Son zamanlarda beni iyiden iyiye çığırdan çıkıran nokta ise haberlerin yorum içermesi.
Ferarri ile ilgili bir haber yaparken '' taraftarın bir türlü ısınamadığı'' adam yorumu gayet normal mesela. Ya da bugünden bir örnek verelim. Denizli'nin kehanetleri ile ilgili. Bknz.

Böyle bir basında Beşiktaş'ın böyle gazetecileri olmasın. Okay Karacan gibi Beşiktaşlılar olsun. Cem Dizdar gibi harbici adamlar olsun. Banka hesaplarını kontrol ettikten sonra kalemini ve kalçasını oynatan eski futbolcu müsveddesi yazarlarımız olmasın.

Bu basın bu şekilde gider. Çünkü çarklar Reklamveren-Patron-İşçi şeklinde işliyor.
Şunun taraftarı daha çok olduğu için onunla ilgili çok haber yapıyoruz ise ilkokul çocuklarına anlatılacak inandırıcılıkta.

Olası bir sezon sonu şampiyonluğumuz için hazırlanacaklar senaryoları şimdiden tahmin etmek zor değil. İlk yarıyı lider bitirirsek ağızlarında sakız yaparlar. 2. yarının ortalarında hala lidersek bilin ki bu ligin tadı kalmamıştır.


Futbol topu yuvarlaktır ama bazı gazete köşeleri daha yuvarlaktır.




yasının çıkış noktası küçük bir yorumdu ancak uzayınca blogda devam ettim.

1 Aralık 2009 Salı