5 Nisan 2016 Salı

Süleyman Seba 90 Yaşında



Süleyman, bir yandan Kabataş Erkek Lisesi futbol takımında bir yandan da Beşiktaş genç takımında top koşturuyordu. Eve pestili çıkmış, ölesiye yorgun geliyor, yatağa sürünerek gidiyordu. Ders­ler aksamaya başlamıştı. Hocalarının hoşgörüsü ve arkadaşlarının çalıştırdığı derslerle açığım kapatmaya çalışıyor, babasına mah­cup olmamak için elinden geleni yapıyordu. Aynı zamanda okul arkadaşı olan Mesut Arda, Süleyman’ın hiç ikmale kalmadığını anlıyordu. "Beş al geç” talebesiydi.

Genç takımda sadece futbolu İle değil, efendiliği ve uyum­lu kişiliği ile takdir topluyordu. Lisedeki takım arkadaşlarından Nazım Özbay ile genç takımda da beraberdi. “Lawton” lakaplı santrafor Suphi Ural ile Kabataş’ın gol makinesi oluvermişlerdi. Üç arkadaş bir araya geldiğinde, beraber A takımda oynayacakla­rı günün hayalini kuruyordu.

Ancak bir sabah, Lawton Suphi geldiğinde ikisini bir kenara çekti. Fenerbahçe ye gidiyorum’ dedi. Süleyman ve Nazım sev­gili arkadaşları için sevinmişti. Fenerbahçe de güzide bir kulüp­tü. Nazım, " genç takımına mı” diye sorduğunda, aldıkları yanıt daha da mutlu etmişti. A takımına santrafor olarak gidiyordu. Birbirlerinden ayrılacakları için üzgün ama bir hayali gerçek kıl­manın heyecanı ile beraberce kutlama yaptılar.

Aslında tarihi bir dönemdi. 1936’da “öğrencilerin spor kulüplerine üye olması yasaklanmış, o nedenle de futbol kulüpleri öz kaynak düzeninde sıkıntıya girmişti. Beşiktaş ise, yasağa rağ­men genç takımını korumayı tercih ermişti. Bu yasağın 1943’ten itibaren kaldırılması ile birlikte futbol kulüpleri, özellikle lise futbol takımlarını mercek altına almış ve eksiklerini bu mecra­dan tamamlamak İstemişti. Kabataş’ın santraforu da listenin ilk sırasındaydı.

Ama Süleyman’ın aklının ucundan başka takımda oynamak geçmiyordu. O “Beşiktaş’ın çocuğuydu. Öyle de kalmak istiyor­du. Beşiktaş genç takımına seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmeden takımın kaptanlığını üstlendi. Takım arkadaşı Nazım Özbay, ona “hadi bakalım Süleyman, uzun bir yolculuğa başlıyorsun. Beşiktaş’ın genç takım kaptanlığı sadece bir başlangıçtır. Dansı A takımının başına dediğinde genç Süleyman, mahcubi­yetle başım öne eğmiş ve sadece “bu şeref bana yeter” demişti.

Büyükleri ona güveniyor, o da bu güveni boşa çıkarmıyordu. Şimdi, takım kaptanı olması nedeniyle bambaşka sorumluluklar da yüklemişti. Geceleri, uykusuz derslerine çalışıyordu. “Beşiktaş genç takım kaptanı sınıfta kaldı dedirtmemeliydi. Arkadaşlarına örnek olmak için çaba gösteriyor, giyimine ve konuşmasına ona göre hassasiyet gösteriyordu. Arkadaşlarıyla geliştirdiği dostluk ortamı, takımın başarısına da yansımıştı. Bir defasında, tüm takı­mı evinde ağırlamış ve annesi Nazlı Hanım, hepsine Çerkeş tavu­ğu ikram etmişti. O yıl, Beşiktaş genç takımı İstanbul şampiyonu oldu. Süleyman, şampiyonluk kupasını kaldırdığında, başarıya aç ve inançlı o gencin tutkusunu Beşiktaş yöneticileri de fark etmişti. Hayırla yad edilen yıllardı. Beşiktaş, Ortaköy arasında sadece iki kahvehane vardı. Bir tanesinde yöneticiler oturur soh­bet ederdi. Oyuncular, o kahvehaneye girmek bir yana önünden geçerken bile kılığına kıyafetine dikkat etmek zorundaydı.

Süleyman Seba, üç yıl Beşiktaş genç takımında oynadı. Genç takımda onu en çok öne çıkaran olay, Fenerbahçe genç takımı ile yapılan maçlarda rakibin âdeta “belâlısı’ na dönüşmesiydi. Sü­leyman, bu maçlarda Fenerbahçe’ye tam 7 gol attı. Ezeli rakibe attığı bu goller nedeniyle yıldızı parlamış, konuşulur olmuştu.

Kabataş’ı bitirdiğinde bir kez daha yol ayrımındaydı. Babası bir kez daha suskunlukla tercihini yapmasını bekledi. Süleyman kendi deyişiyle “el pençe divan durduğum babamın dediklerini sadece futbol için yapmadım” diyecekti. Tercihini bir kez daha Beşiktaş’tan yana kullandı. Ancak, babasının da dileğini ger­çekleştirmek için şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi’nin Fransız Filolojisi bölümüne kaydını yaptırdı. Henüz ortaokul yılların­dayken hayallerini, Deniz harp Okulunda okumak ve o bem­beyaz üniformasıyla çakı gibi bir denizci subayı olmak süslerdi. Ama futbol yaşamını kökten değiştirmiş, hiç bir sevgi ve hayal Beşiktaş’ın ötesine geçememişti.


 1945 yılında A takım ile antrenmanlara çıkmaya başladı, ilk antrenmana başladığında ayak ölçüsü alındı. O yıllarda takımın futbolcuya en önemli katkısı, verilen krampondu. Bu kramponu da oyuncunun ayak ölçülerine uygun biçimde, bir Rum ayakkabıcı tarafından imal edilirdi. Süleyman Ölçüyü verdikten sonra Hakkı Kaptanın onu yanma çağırdığım gördü. Hakkı Kaptan, bu “kendi kumaşından” genci çok sevmiş, Özel olarak antrenmanlarda onunla ilgilenmeye başlamıştı. Kıvrak, çalımcı ve inatçı karakteriyle ideal bir topçu bulduğunun bilincindeydi. Süleyman gözünü formaya dikmişti. A takımı oyuncularından Ethem Karpat, bu hırslı ve gözü pek genci beğeniyle takip edi­yordu. Özellikle, attığı çalımlarla Karpac’ın takdirini kazanmıştı. Takımda, Hakkı Kaptan gibi karizmatik bir liderden çok şey öğ­rendi. Hepsi Hakkı Kaptan a saygıda kusur etmezdi. O ve takı­mın ağabeyleri antrenman sonrası duşa girdiğinde -ki, sadece iki taneydi- diğerleri saygıda kusur etmemek için dışarıda beklerdi.

Bir defasında, takımın genç oyuncuları hevesle Kristal Gazinosu na gitmeye karar verdi. O yıllarda Kristal Gazinosu bugün Tarlabaşı Bulvarının bulunduğu yerde, anıta nazır daire yayı şeklinde bir yapıydı. Döneminin en önde gelen Türk Sanat Musikisi sanatçıları, bu gazinoda sahne alırdı. Safîye Ayla, Ha­miyet Yüceses ve Müzeyyen Senar bu gazinonun sanatçıları ara­sındaydı. Süleyman da arkadaşlarıyla gazinoda felekten bir gün çalmaya karar vermişti.

Gazinodan içeri girdiklerinde garsonlar Beşiktaş’ın genç ye­teneklerini hemen tanıdı. Hevesle “Hakkı Kaptan ve diğerleri de burada. Masayı büyültelim siz de öne geçin” diyerek hareket­lendi. Süleyman ve arkadaşları birbirlerine bakarak kalakalmış». İçlerinden biri bizim Hakkı Kaptan mı? Başka kim var?” diye sordu. Beşiktaş’ın bütün “ağabeyleri” ön masadaydı. Çekinerek kendi aralarında “girsek mi” tartışmasından sonra garsona “bize arkalarda bir masa verin” dediler. Eğlencenin de adabı vardı. Ka­çamak bakışlarla ağabeylerden yana bakarak, keyifle Hamiyet Yüceses’i dinlediler. Gecenin sonuna doğru hesabı istediklerinde, garson “ödendi” dedi. Hakkı Kaptan arkada oturan kardeşlerin­den haberdar olmuş, hesabı kapatmıştı

 ***** 

Hakkı Kaptan, henüz Kabataş yıllarından itibaren Beşiktaş’a ça­ğırdığı, antrenmanlarda gözünü hiç ayırmadığı, saygısı ve teva­zuu ile kendine benzettiği Süleyman’ın gelişiminde en önemli rolü oynayan isimlerden biriydi.

Artık, A takıma yükselmesi gerektiğini yine o kararlaştırdı. A takımda oynama sorumluluğunu verdiğinde, tutkulu ve enerjisi­ni sonuna kadar kullanması gerektiği konusundaki ilk uyarıyı o yaptı. Seba, yaşamı boyunca Hakkı Kaptana olan hürmeti ve liya­katini korudu. Öyle ki, hangi yaşta olursa olsun Hakla Kaptanın olduğu yerde yine o genç takımdaki Seba oluveriyordu. Sonraki yıllarda, Hakkı Kaptan la birlikte İdealist Grup’un oluşturulması ve ilkelerinin belirlenmesinde beraber hareket ettiler.

Hakkı Kaptanın başkanlığını yaptığı yönetimlerde yer aldı. Sonraki yıllarda, Beşiktaş Başkanlığı yaptığı dönemlerde ise Baba Hakkı’nın görüş ve düşüncelerini başarının ölçütü olarak gördü. Beşiktaş’a bir tesis ya da hizmet gerçekleştirdiğinde gururla ve aynı heyecanı duyacağını bildiği için ilk Hakkı Kaptan la paylaş­tı. İşte, böylesi bir günün sonunda Beşiktaş tarihinde bir geleneği temsil eden o fotoğraf çekildi.



Hakkı Kaptan'ın Süleyman Seba’yı alnından öptüğü o fotoğ­rafı, İlyas Namoğlu çekti. O gün Hakkı Kaptan, Başkan Seba’nın Akatlar ’da Beşiktaş için bir yatırım yaptığını öğrenmişti. “Sü­leyman bir şeyler yapıyormuşsun Levent’in oralarda dediğinde Seba, İştiyakla tesisi gezdirmek istedi. Hep birlikte, bugün Çilek­li tesislerinin olduğu araziye gittiler. Seba, heyecanla yapılacak olan tesisi anlatıyordu. Baba Hakkı, yapılacak tesisin maketini dikkatle inceledikten sonra, “Süleyman büyük işler yapıyorsun. Benim yapamadıklarımı gerçekleştiriyorsun, gel seni alnından öpeyim” deyiverdi.

Namoğlu bu ölümsüz anı fotoğrafladı. Seba’nın ikinci dö­nemiydi. Önceki seçimi kaybeden Mehmet Üstünkaya, bir kez daha şansını denemek için aday olmaya hazırlanıyordu. Ancak,o fotoğraf, Seba’nın gelenek ve değerlerle buluştuğu o an, gaze­telerde yayınlandığında Üstünkaya taraftarları, “bize, o fotoğraf seçim kaybettirdi” diyecekti. Bugün o fotoğraf, Beşiktaş müzesi­nin en müstesna yerinde sergileniyor.

Kaynak: Beşiktaş'ın Dervişi Süleyman Seba / Rıdvan Akar

Hiç yorum yok: